Ben işkence görürken neredeydiniz hanımefendiler
Balyoz davasından tutuklu emekli ve muvazzaf subayların eşleri Vardiya Bizde diye bir platform oluşturmuş, Silivri yerleşkesine çadır kuracak, 5 Eylül’de oturma eylemine başlayacaklarmış. En doğal haklarıdır! Yeni Türkiye’nin mis gibi demokrasi kokan çayırına çimenine çadır kurup dava sürecini eleştirebilirsiniz; kimse de kılınıza dokunamaz. Ama, Balyoz eğer beynimizde patlasaydı, bizler yargılanıyor olsaydık Silivri’de, acaba eşimiz, anamız çadır kurup dava sürecini eleştirebilir miydi? Ne haddine! Dipçiği yediği gibi kanlar içinde serilirdi yerlere. Sakın itiraz etmeyin! Bunları yaşadım çünkü.
Sonbahar olmasına rağmen sıcak cayır cayır yakıyordu Ankara’yı. Ayağımda kot pantolon, sırtımda gömlek, hazırolda duruyordum. Sıkıyönetimde görevli Şahap Binbaşı, çardağın altında buzlu rakısını yudumluyordu. Bana çardağın hemen önündeki süs havuzuna girmemi emretti. Girdim. Su ancak dizlerime kadar geliyordu. “Otur!” diye bağırdı. Oturdum, “Kalk!” Kot pantolon, ikinci bir deri gibi yapışmıştı bacaklarıma. “Çık havuzdan it oğlu it!” Çıktım. “Eğil!” Dizlerimi tutarak eğildim. Çam yarması gibi, bir astsubay Kırıkkale tüfeğinin harbisiyle vurmaya başladı belime, baldırlarıma, bacaklarıma. Yığılıp kaldım bilmemkaçıncı darbeden sonra. Kendime geldiğimde yıldırım merkez komutanlığının bodrumunda, küçük bir odadaydım. Mamak’a götürülünceye kadar da o odada kaldım.
Peki suçum neydi? Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı, Devlet Ana ve Kurt Kanunu adlı kitaplarını yayınlayan yayınevinin yöneticisi olmak! Ne sorguya çekildim, ne mahkemeye çıktım... Darbe yapmaya kalkışmadım, andıç yayınlamadım, seçim sandığını tekmelemedim, rahmetli Kemal Tahir’in kitaplarını yayınladım; o kadar! Ve bu yüzden dört kez götürüldüm Mamak’a. Ve bilmemkaç kez falakaya yatırıldım. Ama kimse çadırlar kurup ben ve benim gibi onbinlerce inim inim inleyen kişi serbest bırakılsın diye gösteri düzenlemedi, düzenleyemedi! Sizse eşleriniz için düzenliyorsunuz efendim. En doğal hakkınızdır. Biz itilip kakıldık postal cumhuriyetinde. Siz, en azından sövüp saymayın yeni, demokratik Türkiye için çaba harcayanlara!
Resminden anlamış
Kapalıçarşı’da alışveriş yapmış Amerikalı. Parayı öderken de bir tomar dolar uzatmış dükkan sahibine. Tabi dükkan sahibinin adı Temel’miş! Almış dolarları, “ula’ acaba bunlar sahte midur?” diye dalmış düşünceye. Sonunda karar verememiş, dükkan komşusu Dursun’u çağırmış. “Hele bak şu paralara” demiş, “Sahte midur değil midur?” Dursun öyle uzun uzun incelemek gereğini duymamış bile. Şöyle bir bakmış masanın üzerinde duran dolarlara ve kararını bildirmiş: “Sahtedir!”
“Nereden anladın?”
Dursun gülmüş:
“Sen nasil anlamadun? Baksana... paraların üzerinde Atatürk’ün resmi var midur da!”
(Valla billa benim adım Temel, diye e-posta gönderen Temel Kozalakçı’ya teşekkürler)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.