Tehdit değil uyarı
Günün en kötü sözü ne derseniz ben, Kılıçdaroğlu'nun şu ifadelerini gösteririm:
"Başbakan Batılı egemen güçlerin Ortadoğu'daki taşeronudur. Egemen güçlerin her istediğini yapan konumdadır."
Gerçeklikle hiçbir alakası bulunmaması bir yana, kelimenin tam anlamıyla ayıptır böyle konuşmak. Biz ne diyelim bu sözlere... "Bu, Esed ve Kaddafi ağzıdır" mı diyelim?
Türkiye Saddam'ı uyardı, olmadı. Amerikan işgali geldi. Türkiye de bedel ödüyor.
Türkiye Kaddafi'yi uyardı, olmadı, bombardıman geldi. Türkiye de bedel ödüyor.
Megalomani her iki lideri esir aldı.
Türkiye, ısrarla Esed'i uyardı.
Sistemde bir reform yapılması kaçınılmazdı, Tunus, Mısır, Libya'nın ardından toplum kaynamaktaydı, bunun ilk uçları ortaya çıkmıştı, Türkiye birçok çevrenin Baas kalıntılarının sistemdeki hâkimiyetine bakarak gösterdiği kuşkuya mukabil, bizzat Esed'in reformlara öncülük etmesi için telkinlerde bulundu.
Hatta Esed'e yönelik bu "uyarı" politikası, dünyadan "yarım asırlık Baas diktatörlüğüne yönelik Türkiye koruması" gibi algılandı, eleştirildi.
Türkiye, belli ki samimiyetle, Suriye'ye karşı bir uluslararası askeri müdahale olmasını istemiyor. Türkiye, yanı başında bir savaş istemiyor. Türkiye, Suriye'nin zaafa düşmesini istemiyor.
Başbakan Erdoğan "Suriye bizim iç meselemiz" derken, bunu medyaya yansıdığı gibi tehdit niteliğinde değil, acı sonuçları paylaşma niteliğinde söylüyor.
Başbakan'ın İstanbul'la, Bağdat'ı Şam'ı ayırt etmediğini ifade eden sözleri unutmamak gerekiyor.
AK Parti iktidarının, Davutoğlu'nun bütün çabası, bu coğrafyayı bir barış coğrafyası haline getirmek oldu. İran'a yönelik uluslararası güç odaklarının hesaplarını önledi. Birbiriyle diplomatik ilişkisi bulunmayan ülkeleri görüşebilir hale getirmek için çaba harcadı. Bu sebeple, "Eksen kayması", "Batı'dan kopup Ortadoğu'ya dönmek" gibi suçlamalara hedef oldu.
Ama doğrusu, Türkiye, ülkenin stratejik çıkarını, bu coğrafyanın barış iklimine sahip olmasında görmekteydi.
Onun için Esed ve etrafındakiler anlamalı ki, Suriye'ye uluslararası bir askeri müdahaleyi son isteyecek ülkelerden birisidir Türkiye.
Ama şu anda dünya ile irtibatı kopmuş olan ve dünyaya kan banyosu görüntüsü veren Suriye'nin etrafındaki çemberin daraldığını görmek de, Türkiye'nin "dost"luğunun gereği.
Başbakan'ın sözleri, belki medyaya "tehdit" gibi yansıdı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun bugün Şam'a yapacağı ziyaretin böyle bir "tehdit"i taşıma amaçlı olduğu değerlendirildi.
Oysa burada Türkiye, kendisinin de içinde bulunduğu bir tehdidi değil, Suriye'ye doğru gittikçe derinleşen ve Libya benzeri gelişmelere yol açma ihtimali taşıyan uluslararası bir "tehdit"e karşı uyarıyı iletmeye çalışıyor Şam'a...
Bugünkü dünyada, Şam yönetiminin, hiçbir gerekçe ile her gün yüzlerce insanı katletmesine göz yumulmaz.
Bunu Saddam da bilmeliydi, Kaddafi de... Esed de bilmeli.
Evet, bunların hiçbiri artık "iç iş" sayılmıyor.
Halepçe'de zehirli gaz kullanmak da kabul edilemez, Hama'da, Deyr Zor'da tank kullanmak da...
Bugün Dışişleri Bakanı Davutoğlu Şam'a gidecek.
Şam'ın Türkiye'nin uyarısını tehdit gibi algılayıp, ipleri koparması, sadece Suriye adına dramatik gelişmelerin yeni bir safhası olacak.
Akıllı bir yönetim bunu yapmaz.
Burada İran'a da sorumluluklar düştüğünü belirtmek gerekiyor.
Şu anda Şam yönetimine "Ne yapsanız hakkınız" demek, onlara dostluk etmek anlamına gelmiyor.
Suriye'den dünyaya yansıyan cinayetleri sürdürme imkânı yok.
İş gittikçe, Sırplar'ın Bosna'da yaptığına benziyor ve dünya kamuoyu, daha çok "neden bekleniyor" sorusunu sormaya başlıyor.
Bunlar hayra alamet değil.
Suriye'nin etrafındaki çember daralacak, bu kesin.
İran, Türkiye'nin iyi niyetini anlamalı ve "İslam" coğrafyasının yeni bir sıcak çatışma ortamına sürüklenmemesi için Suriye nezdinde elinden geleni yapmalı.
Bayramı acılarla yaşamamayı başarmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.