İç dinamikler yetmeyince...
Hatırlayalım: Saddam'ın heykellerini Iraklılar devirmişti.
Amerikalılar Bağdat'a girdikten sonra... Hatta Amerikan bayrağını öpen Iraklılar vardı.
Hatırlayalım: Libya'daki muhalefet, Fransız uçakları Libya'yı bombaladığında Sarkozy'yi selamlamışlar, hatta Türkiye, biraz askeri müdahaleye soğuk durduğu için Bingazi meydanlarında Tayyip Erdoğan'a tepki seslerini yükseltmişlerdi.
Mısır'da, Mübarek karşıtı gösterilerde Amerika'nın destekleyici tavırları da hiç kuşkunuz olmasın, tepki değil, sevgi görmüştü.
Gelin bize: Osmanlı'nın çözülüş döneminden bu yana Batı ile ilişkilere mesafeli hatta tavırlı olan çevrelerimiz bile, (İslami duyarlılığı olan birçok çevre) demokratikleşme süreci dendiğinde AB standartlarını selamlamaya başlamadı mı?
Neden böyle oluyor?
Çünkü Cumhurbaşkanı Gül'ün de bir vakitler söylediği gibi, "iç dinamikler ülkenin demokratikleşmesine kafi gelmiyor!"
Kurulu düzen halkını dövüyor ve halk, kendi iradesi ile o yapıyı değiştiremiyor.
Asker, belli güç odakları adına halkı denetleyen bir yapıya dönüşüyor.
Şimdi Suriye'de nasıl bir gelişme olsun?
Suriye halkı ne yapsın?
Yaşananlar, Suriye halkını, içerideki despota haddini bildirecek bir dış müdahaleyi selamlayacak psikolojiye sürüklüyor mu sürüklemiyor mu?
Neresinden bakarsanız bakın, dış bir askeri müdahale her ülke için felakettir. Açılan yaralar, gerçekleşen yıkımlar on yıllar içinde tamir ve telafi edilemez.
İşte Saddam'ın Kuveyt'i işgali ile başlayan (1990) süreç, 21 yılı buldu. Ardından Körfez harekâtı ve Irak'ın işgali geldi. Irak hâlâ can çekişiyor. Ekonomisi ne zaman canlanır bilinmez, siyasi istikrarı bulmak ve ülkenin nüfus yapısını oluşturan farklılığı yeniden bir insicam içine sokmak da kolay değil.
Alın Libya'yı... Bombardıman hâlâ devam ediyor. Ne zaman Libya Libya olur ya da artık Libya Libya olarak kalır mı, ne zaman belini doğrultur, kim söyleyebilir?
İslam coğrafyası, 100 yıl öncenin kendi dışından yapılan dizaynı ile yürüyor.
Coğrafya da dışarıdan dizayn edilmiş, sistemler de, hatta yönetim kadrolarının niteliği de...
Türkiye'de, sistem yapılanmasının, üstelik Milli Mücadele gibi tamamen manevi dokularla inşa edilmiş bir var oluş kavgasının ardından, toplumun temel değerleri ile çatışma eksenine oturması garip değil mi?
Tunus'ta, Cezayir'de, Müslüman bir topluma, İslami hayat tarzını en katı ölçüde kısıtlamayı öngören bir laiklik yorumunu dayatmak garip değil mi?
Suriye'de, yüzde 80'i Sünni olan bir topluma, yüzde 7'lik Nusayri bir yönetim kadrosunu dayatmak garip değil mi?
Böyle yapılanmalar içinde sancısız yaşamak mümkün mü?
Bu yapılarda, toplum-sistem ve yönetim kadrolarının birbiriyle çatışmaması mümkün mü?
Türkiye, Cumhuriyet'in 88'inci yılında en önemli gündem maddesi olarak, köklü bir anayasa değişikliği çerçevesinde sistem restorasyonu noktasına gelmiş bulunuyor.
Mısır, Suriye, Tunus, Libya sancılanıyor. İşin ucunun, İslam coğrafyasının tüm alanlarına uzanması kaçınılmaz.
İran kendi içinde yaşadığı sancılardan bugün farklı bir noktaya geldi ama hâlâ sistem oturmuş değil.
Sovyet sisteminden bağımsızlaşmış bulunan Türki coğrafyalar durulmuş mudur?
Suudi yapısı, Körfez ülkeleri yapısı normal midir?
İslam coğrafyasında olan bitenlerin, gerçekten yerli etkenlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığı noktasında kuşku duymak mümkündür.
Şu an yaşanan sıcak gelişmeler, müdahaleler vs. nereye doğru evrilecek, bunlardan hayır mı çıkacak şer mi, bu konu da farklı değerlendirmelere açıktır.
Ama şu tartışmasız gerçektir ki, bizim coğrafyamız köklü bir restorasyon ihtiyacı içindedir.
Soru şudur:
Bu restorasyonu biz, iç dinamiklerle başarabilecek miyiz, başaramayacak mıyız?
Soru şu:
Bir dış dinamik, topu ile, tüfeği ile, uçağı ile gelip, bizim yurtlarımızı basıp, bize demokrasi armağan (!) edecek mi?
Belki de dış dinamiğin en masumu AB ile ilişkidir, o bile bize, Kıbrıs'ta diyet ödetmeye çalışıyor.
Keşke aklımızı başımıza toplayabilsek... Keşke hâlâ dış dinamikle terbiye olmak gibi bir kişilik zaafı içine sürüklenmesek...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.