Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Vicdanı ve adaleti olmayan mahkeme...

Vicdanı ve adaleti olmayan mahkeme...

Kusura bakmazsanız ‘self-plagiarism’ yapacağım. üstelik, duble olacak. Yani kendimden aşırdığım yazıdan aşıracağım.

Emin çölaşan’ın kulakları çınlasın... Kovulmadan önce, her yıl, bir punduna getirip 31 Mart ve Menemen yazıları yazıyordu ya...

Ben de ondan aldığım cesaretle, 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat yazıları çırpıştırıyorum. Buna, yaşarsak, ‘elektronik muhtıra’ ve ‘Yargıçlar Darbesi’ de ilave olunacak.

Fakat ayrıldığımız küçük (belki de büyük) bir husus var:

Ben, ‘demokratik normale’ yönelik her türlü müdahalenin karşısında olduğumu söylüyorum. O darbeler arasında taraf tutuyor.

Şimdi Emin abi yok ama onu aratmayacak başka değerli kalemler var.

Mesela, bunlardan biri, ‘27 Mayıs iyidir, 12 Mart ve 12 Eylül kötü... Tarık Akan’ın babası böyle söylüyor’ gibilerden şeyler yazıyordu.

Bu Hürriyet’in yazarlarında bir tuhaflık var zaten...

Giderek ‘Türk Solu’ dergisi müntesiplerine benziyorlar.

Kendisini ‘gözlem köpeği’ ilan eden Ertuğrul özkök, demek ki, bu durumu iyi tarassut edemiyor.

Neyse... Bugünkü konumuz, konvansiyon artıklarının utanmadan ‘devrim’ dedikleri 27 Mayıs...

Emin çölaşan gibi başlayalım isterseniz:

Evet sevgili okuyucular, bugün 27 Mayıs... Bu darbenin bir de mahkemesi vardı, ‘Yassıada Mahkemesi’ deniyordu. Kamuoyunu aylarca ‘bebek davası’, ‘köpek davası’, ‘cımbız davası’ gibi maskaralıklarla uğraştırmış tuhaf-ötesi bir mahkeme...

Diyeceksiniz ki, ‘Efendim, Yassıada tipik bir ‘devrim mahkemesi’dir, devrimde doğaldır ki adalet aranmaz...’

Elbette Yassıada bir görüşe göre devrim mahkemesidir ve devrimde adalet aranmaz ama, Yassıada’da olmayan sadece ‘adalet’ değildi.

Nezaket ve vicdan da yoktu!

İnsanlık hiç arama...

Sanıkların mahrem hayatı didikleniyor, işlemedikleri cürümlerin hesabı soruluyordu. Mahkeme Başkanı sanıklara ‘fırça’ atabiliyor, ‘senli benli’ sözcüklerle tarizde bulunabiliyordu. Sanıklar, duruşmalara, adeta ‘aşağılamak’ için çıkarılıyordu.

Mahkemenin ilerleyen safahatında, Menderes’i savunan avukatların tutuklandığı, bir kısmının yaka paça salondan atıldığı, gazetelere savunma makamını yıpratan özel haberler sipariş edildiği vakıa.

Yassıada’da ‘günlük hayat’ ise tam bir işkenceydi. Sanıklar azarlanıyor, aşağılanıyor, hatta dövülüyordu.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, kollarından kıskıvrak yakalanarak, bir teğmen tarafından dövülmüştü. Baskılara dayanamayan Konya Valisi Cemal Keleşoğlu intihar etmişti.

Teşebbüs safhasında kalan intiharlar da vardı.

DP Fatih İlçe Teşkilatı Başkanı Dr. Faruk Sorgun ölmeyi başaramamıştı mesela.

Lütfü Saylan, Dr. Zakar, Nuri Yamut ve Yümni üresin Yassıada’nın zor koşullaranı dayanamayarak hayatlarını kaybetmişlerdi.

Millî Birlik Komitesi’nce darbenin başına getirilen Orgeneral Cemal Gürsel şöyle diyordu: ‘Bir halt ettik de profesörlerin (Yassıada Mahkemesi fikrini ortaya atan ‘ilerici’ öğretim üyelerinin) sözüne uyduk, başımıza dert açtık. Ne yapmak lazım geldiğini ben de kestiremedim. Bu iş uzarsa kötü olur, anladığıma göre kısa kesmek de zor, bir defa başladık. Biraz daha düşünelim ve bir formül bulalım. Bu işten bıktım. Bir an önce bitirelim.’

İş, bir süre sonra bitirildi.

Başbakan Menderes ve iki bakan arkadaşı (Zorlu ve Polatkan) idam cezasına çarptırıldılar. Cezaları Eylül 1961’de infaz edildi.

Demokratik normale müdahale edip darağacı kuranlar, sonradan bu ‘kanlı gün’ün anısına bir ‘millî bayram’ ihdas ettiler: ‘27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı.’

Kenan Evren’i günahım kadar sevmem ama, 12 Eylül’ün tek olumlu icraatı, belki de, bu utanç gününü millî bayramlar listesinden çıkarmış olmasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi