Neler oluyor?
Ortadoğu'da her şeyin yeniden kurgulandığı bir süreci yaşıyoruz.
İç oyuncular var, dış oyuncular var.
Türkiye'nin, güçlü bir iç oyuncu olduğu açık. Ama bu coğrafya, dünyadaki güç odaklarının da çıkar ve müdahale alanı.
Olaylar yaşanıyor:
-Tunus, Libya, Mısır, Suriye ve diğerleri.
-Filistin-İsrail ilişkileri ve Türkiye'ye yansıması.
-Irak'ta taşlar yerine oturmuş değil.
-Sürecin bir boyutunda Sünni-Şii ekseninde fay hareketlenmeleri var. Bu olgunun bir ucu, Suudi yönetimini devreye sokuyor.
-PKK-PJAK, Türkiye, İran, Irak, Kuzey Irak Kürt yönetimi ilişkilerinde tayin edici role sahip.
-Bütün bu sayılanlar, en başta Amerika olmak üzere, başka dünya güçlerini ilgilendiriyor.
Acaba Türkiye, bu çok bilinmeyenli yapı içinde en sağlıklı duruşu nasıl belirleyecek?
Suriye'ye müdahale konuşuluyor, Türkiye ile İran'ın karşıt kutuplarda konuşlanmasından söz ediliyor, tüm Arap Baharı'nın bir Amerikan projesi, Türkiye'nin de bu projenin, Kılıçdaroğlu'nun talihsiz ifadesiyle "taşeronu" olduğu öne sürülüyor vs...
Neresinden bakılırsa bakılsın zor bir süreç.
Amerika dünyada baş oyun kuruculardan birisi ama Ortadoğu söz konusu olduğunda, adım atmakta zorlanıyor. Adım attığı yerlerde de batağa saplanıyor. O zaman, bölgede oyun arkadaşları arıyor.
Kim var denildiğinde tabii ki parmaklar Türkiye'yi gösteriyor.
Peki Türkiye, Amerika ile ilişkilere bir zamanlar bir ölçüde olduğu tarzda "taşeron" gibi mi bakıyor?
Bunu hiç kimse söyleyemez ve bunu Amerika da adı gibi biliyor.
Türkiye'nin özgün bir politika geliştirmeye çalıştığı açık.
Türkiye'nin şu andaki yöneticileri, yeni bir Ortadoğu istemiyor mu, istiyor. Üstelik bunu kaçınılmaz olarak görüyor ve bu coğrafyanın var oluş davasının olmazsa olmazı olarak değerlendiriyor. 1914'lerden beri kaybedilmiş zamanların telafisi için...
Yani Türkiye'de, Batılı çıkarlara angaje olmuş bir yönetim anlayışı yok.
Ama bu coğrafyadaki aktörlerin tamamı, bu bilinçte mi yoksa hâlâ başka güç odaklarının oyunlarında rol alanlar var mı diye sorulursa, bunun da cevabı ne yazık ki var şeklinde olacaktır.
Zorluk da oradan geliyor.
Amerika'ya, "Burada artık yeni bir coğrafya var" diyebilir, bu dünya gücünü yeni bir reel politiğe davet edebilirsiniz ama bu coğrafyanın zaafları da bir başka reel politiktir.
Benim gördüğüm Türkiye, yeni diplomasiyi bir kanaviçe titizliğinde işlemeye çalışıyor.
Ama zor.
Ahmet Davutoğlu, Suriye'ye gidip, 3.5 saati Esed'le baş başa olmak üzere 6.5 saatlik bir görüşme yapıyor.
Acaba bu sürede ne konuştular?
Cumhurbaşkanı Gül'ün Esed'e gönderdiği "Bir gün geriye baktığınızda yaptıklarınızın çok geç ve çok az kaldığı şeklinde hayıflandığınızı görmek istemem" şeklindeki mesaj, yakın geçmişte yaşananlardan acı duyan bir devlet adamının ifadeleri...
Türkiye, Suriye batsın da mirası bize düşsün gibi bir hesabın içinde asla değil.
Ahmet Davutoğlu, Esed'le yaptığı görüşmelerin benzerini, Tunuslu, Libyalı, Mısırlı, Iraklı, kuzey Iraklı, İranlı, Pakistanlı Suudi liderlerle de yapıyor.
Derdi ne?
Bence derdi tüm coğrafya.
Başbakan "Suriye iç meselemiz" derken, "Gazze iç meselemiz" der gibidir. Yani "Suriye'de burnu kanayan bir insan, benim insanım" diyor Tayyip Erdoğan.
Bu kadronun konseptini anlamayanlar "hayal" vs. tanımlamalarında bulunuyorlar.
Ama Türkiye'nin zaaf yılları, tüm coğrafyanın çöktüğü zamanlarda başlıyor. Onun için Türkiye, tüm coğrafya ile birlikte yücelecek. Ve bu kadro, ömür törpüleyici bir beden ve zihin faaliyeti ile coğrafyada bilinç restorasyonu yapmaya çalışıyor.
Ben bu çabanın asla boşa gitmeyeceğine inanıyorum.
Ne demiş Üstat Necip Fazıl:
"Tohum saç bitmezse toprak utansın!"
Siz, Somali için akan gözyaşının o toprakları yeşertmeyeceğini mi düşünüyorsunuz ya da Gazze için yükselen sesin gökte kaybolacağını mı?
Asla! Bu coğrafyanın zamanı geldi ve herkes kader-denk bir rol üstleniyor.
Tohum saç Gül, tohum saç Erdoğan, tohum saç Davutoğlu, tohum saç Türkiye...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.