Kaddafi de gitti, şimdi sıra...
Evet, bu cümleyi herkesin "şimdi sıra Esed'de" diye tamamlayacağı muhakkak.
Cumhurbaşkanı Gül'ün "Geç kalma ve gerekeni yeterince yapamama" uyarısının arkasında Saddam tecrübesi bulunuyordu.
İşte şimdi o uyarının arkasına bir de Kaddafi ismi eklenmiş bulunuyor.
Türkiye, Cumhurbaşkanı ile uyardı, Başbakan ile uyardı, Dışişleri Bakanı ile defalarca uyardı ama tüm bu uyarılar varıp, Kaddafi'nin nefis putuna çarpıp dağıldı.
Ama perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu gibi Kaddafi'nin sonu da geldi.
Suriye liderinde jeton henüz düşmüş değil.
Belki de en çok kredi ona açılmış durumda.
Türkiye'nin uyarı süreci, neredeyse Esed üzerinde bir koruyucu şemsiyeye dönüştü.
Türkiye, Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın, Dışişleri Bakanı'nın çabaları ile adeta Esed'i "makul" bir noktaya çekmek için çırpındı.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, 6.5 saat anlattı, anlattı, anlattı.
Ama Esed ve etrafı, "oyalama"yı bir politika zannetti.
Ölü sayısı 2000'lerin üzerine çıktı.
Suriye'nin bu şekilde devam etmesi mümkün mü?
Öldüre öldüre Esed yönetimi sürer mi?
Bu coğrafyada başka bir rüzgarın esmekte olduğunu nasıl görmez insanlar?
Tunus'tan sonra, Mısır'dan sonra ve Kaddafi gibi bir benlik anıtının devrilmesinden sonra, Esed kalabilir mi?
Esed de belli ki uzatmaları oynuyor.
Evet, bu yapıların değişmesi kaçınılmaz.
Bunlar, halkların devre dışı kaldığı zamanların yönetimi.
Oysa halklar devreye giriyor.
Demokrasi bu demek.
Bundan sonra, Mısır için, Tunus için, Libya için sistemi yeniden inşa dönemi başlıyor.
Bu da çok ciddi bir sınav.
Irak, Saddam'ın devrilmesinden sonra bir kaosun içine sürüklendi. Neredeyse devlet kayboldu ve geriye, milyonla ifade edilen can kaybı ve ülke tahribatı kaldı.
Askeri operasyonlarla Libya'da da büyük yıkım gerçekleşti.
Şimdi orada da düzeni yeniden sağlama gibi çetin bir iş duruyor.
Türkiye, daha doğrusu Türkiye'de Tayyip Erdoğan yönetimi, tüm bu ülkelerin halkları nezdinde örnek alınacak bir model olarak görülüyor.
Oysa henüz Türkiye de, yeni anayasa hazırlığında bir ülke olarak kendi özgün sistemini gerçekleştirebilmiş değil.
Ancak gene de bu ülkelere göre bir hayli mesafe almış, en azından göreceli bir istikrarı yakalamış bir ülke.
Ayrıca Türkiye, başından beri İslam coğrafyasındaki değişim süreci ile çok yakından ilgilenmiş, bu sürecin mümkün olan en az sancılı şekilde sonlanması için çaba göstermiş bulunuyor.
Bizzat Dışişleri Bakanı ve diplomatik misyonlar kanalıyla, hem iktidar hem muhalefet çevreleri ile teması sürdürerek gelmiş. Dolayısıyla iktidardakilerin devrilmesinden sonra yönetimde öne çıkacak tüm kadroları tanıyan, onlarla iletişim halinde olan bir Türkiye söz konusu. Yeniden yapılanma sürecinde bu ilişkinin çok pozitif anlamda katkılar sağlayacağı muhakkak. Bu da, o ülkeler için belki can suyu değerinde bir danışmanlık olacak.
İslam coğrafyası sancılı. Bu sancının olması kaçınılmazdı. Çünkü taa Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki düzenlemenin zehirlerini taşımaktaydı.
Türkiye bile, 1950'den itibaren başlayan halk iradesinin belirleyici olduğu demokratik sisteme rağmen, henüz kendisini o zehirlerden arındırabilmiş değil.
Ama halklar daha çok devreye giriyor ve coğrafyamız daha özgün bir yapılanmaya doğru yol alıyor.
Bir daha söylemek isterim:
Kim ne derse desin, bu süreçte Türkiye'nin örneklik ve önderlik rolü hayati değer taşıyor.
Tarih bu notu düşecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.