Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Bayramda ne yaptım?

Bayramda ne yaptım?

Bir adet John Le Carre romanı okudum... İki adet “Sincap Ahmet” videosu izledim. Güneşlendim. Yürüdüm. Telefonlara cevap verdim.

Şimdi Mihri Belli’nin, intişar ettiği yıl bir solukta okuduğum hatıratını (“İnsanlar Tanıdım”) karıştırıyorum.

İkinci kez okumayı icbar edecek önemde bir kitap değil.

Sadece göz gezdiriyorum.

Bazı kişisel tanıklıklar...

Bazı “yanlı” mülahazalar...

Hatta bazı romantik uçuşlar...
Mihri Belli’yle ilgili düşüncelerimi daha sonra yazacağım.

Belki yarın...

John Le Carre diyordum...

Matbuatımızda, Carre meraklısı epey arkadaş var...

İsmet Berkan ve Okay Gönensin’den duyuyorum sıklıkla. Bayılıyorlar Carre okumaya.

Okay’ın iyi bir okur, iyi bir çevirmen, hatta iyi bir yazar olduğunu biliyorum da (Telafi ettik mi Okay ağabey? Elsa’dan dolayı aramız bozulmuştu hani...) İsmet galiba “okumuş gibi” yapıyor.

Şöyle bir önyargım var:

Hayata ideolojik körlükle bakanlar Carre okumasınlar... Okusalar da anlayamazlar, işin zevkine varamazlar.

İsmet’in hayata “ideolojik körlükle” baktığını söylemeye çalışmıyorum.

Biraz kolaycı ve “Beyaz Türk” haletiyle imtizaç etmeye mütemayil bir arkadaş olduğu için, geçmişte kötü, gerçekten çok kötü bir sınav verdi.

28 Şubat sürecindeki duruşunu ve attığı manşetleri hatırlayalım.

Kendisi pek hatırlamak istemiyor, “Üç kötü manşet örneği gösterin, özür dileyeceğim” filan gibi iddialı laflar ediyor ama attığı bütün manşetleri örnek gösterebiliriz. Baksın,
ister utansın, ister özür dilesin, isterse hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etsin.

Bir de, kendisini “tecavüzcü” gibi hissetmesine yol açan “başörtülüler sorunu” vardı.

Salih Tuna yazıp duruyor.

Bu konuda da nadim bir tutum içinde olmadı... Küçük de olsa bir özür bekliyoruz hâlâ.

Hayır yani, “Asker şöyledir böyledir, darbe kötüdür, demokrasi çok iyidir” gibi yazılar yazıyoruz, ne kadar da iyi bir demokrat olduğumuzu gösteriyoruz, üstelik bütün bunları demokrasi özürlü bir gazetede (Hürriyet’te) yapıyoruz, çok iyi ediyoruz da, projektörlerimizi biraz da kendi geçmişimize yöneltsek...

Ne bileyim, hiç değilse “Burun kıvırma lüksüm olmadığı için askeri brifinglere koştum” cümlesine bir açıklık getirsek...

Daha iyi olmaz mı?

Hem, neden burun kıvırma lüksün yokmuş ki İsmet?

Riskli zamanlarda demokrasiyi savunmayacaksın, karargâhtan gelen bilgileri manşete çekmekten imtina etmeyeceksin, başörtülü gördüğünde kimya bozukluğuna uğrayacaksın; risk ortadan kalktığı için de hiç masraf etmeden, hiçbir bedel ödemeden, hiç acı çekmeden “demokrat saflara” intisap edeceksin.

Olmaz İsmet!

Bütün bu “hatırlatmalarımın” Carre’yle ne ilgisi var?

Hiçbir ilgisi yok.

Carre’nin, en son, nasıl kaçırdığımı anlayamadığım “Gizemli Melodi”sini okudum.

Kök söktüren bir yazardır Carre... Kendisini Dostoyevski sandığında bazen çekilmez oluyor ama “sabrettiğinizde” vuslata eriyorsunuz.

Bir de diyorum ki, Carre romanlarını Mehmet Harmancı çevirse...

Esat Ören, evet, “Gizemli Melodi”ye Türkçenin gizemini katmaya çalışmış, fena da olmamış ama dimağımız Harmancı çevirilerine alışkın olduğu için “uyum sorunları” yaşıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi