Çürümeden ağacın dalında durabilmenin yolları...
Armut çürüdükten sonra ağacın dalında durması ile yere düşmüş olması arasında ne fark vardır ki?
Bu gerçeği uluslararası alana uyarladığınızda, aklınıza mesela hemen Kaddafi gelmez mi?
Ya da Beşşar Esad da bu kuralın kanıtlanması için verilebilecek bir örnek değil midir?
Galiba önemli olan ağacın dalında durabilmek değil, çürümemektir.
"Egemenlik" veya "Bağımsızlık" gibi kavramların arkasına sığınarak, bir ülkenin yönetimini ellerinde tutan kesimlerin ve kişilerin, artık bu kavramları "Dokunulmazlık" araçları olarak görmekten vazgeçmeleri gerekiyor.
İç dinamikler yetersizse
Bir ülkenin iç dinamikleri, çürümüş yönetimleri tasfiye etmek konusunda yetersiz kalabilirler.
O ülkenin silahlı kuvvetleri, dış tehditlerden çok "İç düşmanlar"a karşı eğitilmiş de olabilir... Hatta "Halk" tümden iç düşman olarak görülebilir.
Ne var ki, o çürümüş yönetim dünyadaki gelişmelerin titreşim katsayısını algılayamadığı zaman, bir anda ağacın dalında da duramaz olur.
Osmanlı 1492'de İspanya'daki engizisyondan kaçan Yahudilere kucak açtığı zaman, o çağın Avrupasından daha ileride bir insanlık anlayışına sahipti.
Ama aynı Osmanlı 1789'daki Fransız İhtilali ertesinde gündeme gelen "Vatandaşlık" kavramını da, "Milliyetçilik" olgusunu da ıskaladı.
Çağa uyarlı olmamak
Osmanlı 20'nci yüzyıla "Cemaat" anlayışı ile girilebileceğini ve "Anasır" kavramının imparatorluğun yeni yorumuna yetebileceğini sandı.
Veya Sovyet İmparatorluğu, Kızıl Ordu'nun gücünün ve uzaya gidebilecek gelişmişlikteki silah teknolojisinin 21'inci yüzyılda da yeterli olacağı yanılgısına düştü.
Ne proletaryanın "Tüketici" olduğunu, ne de "Bilgi ve iletişim çağı"na girildiğini görebildiler Komünist Parti'nin politbürosunun ihtiyarları.
Sovyet İmparatorluğu da böylece çöküp dağıldı.
Bütün bunlardan bugünün Türkiye Cumhuriyeti için alınması gereken derslere gelince...
Zamanın hızlanması
Birincisi, bir dönemde yeni ve ileri olan şeyler, çok kısa sürede eski ve çürümüş değerler haline dönebiliyor. "Modernite" zamanın hızlanması da demektir.
Yani 1923'te veya 1930'larda "Yükselen değerler" listesinde yer alan olgular, 21'inci yüzyıl dünyasında "İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar" listesine kolayca girebilir.
Bir dönemde gündemde bile olmayan "Anadilde eğitim" gibi meseleler, bir anda "Temel hak ve özgürlükler"in kapsamına girebilir mesela.
Hatta bu durum, geçen hafta ile bugün arasında bile gerçekleşebilir.
Kaddafi ve Mübarek
"Terörle mücadele"nin uluslararası konjonktürdeki değişime göre bir anda "Despotizm" olarak yargılandığını görmek işten bile değildir günümüzde.
Paris saraylarının bahçelerine çadır kuran Kaddafi'nin ertesi yıl Fransız bombalarına hedef olduğunu görmedik mi?
Washington'un gözdesi Hüsnü Mübarek'in kafeste yargılanmasını gözlemci göndererek izlemiyor mu aynı Washington?
Bunları bilen yönetimler hem çürümez, hem de ağacın dalında durabilirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.