Kimin vesayeti?
Günümüzde siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılması için mücadele edildiği söyleniyor. Yıllar önce ülkemizdeki siyasi hayatı tahterevalliye benzetmiş ve biri sivil siyaset diğeri askeri yönetim olmak üzere iki gücün tahterevallinin bir tarafına oturduğunu ve sırasıyla birinin gidip diğerinin geldiğini yazmıştım. Askeri yönetim sivillerin basiretsizliğinin ülkeyi nasıl bir karmaşaya sürüklediğini söylerken sivil siyasetçiler askerlerin hukuk dışı eylemlerini sıraladılar. Görünümleri birbirinden farklı olsa da sürekli aynı nitelikteki bir süreci yaşadık.
Olaylara genel bakış açısıyla benim değerlendirmelerim arasında uzlaşması imkansız farklar vardı. Mesela 27 Mayıs darbesini herkes DP’nin yanlışlıklarıyla açıklarken ben bunun uluslararası bir boyutu olduğunu ve Avrupa’daki bazı güçlerin Türkiye üzerinde oluşmakta olan ABD etkisini yok etmek amacıyla düzenlediğini düşündüm ve darbeden sonra sola açık bir anayasa yapılmasına ve solculuğun ABD aleyhtarlığı olarak algılanmasına şahit olduk. AP’nin sivil siyaset olarak iktidara gelişini herkes demokrasinin zaferi sayarken ben ABD’nin karşı hamlesi olarak yorumladım.
12 Mart’ta bu iki güç yani darbecilerle karşı koyanlar çatışmanın her iki taraf için de yanlış olduğunu görüp anlaştılar ve ortak bir yönetim oluşturdular. Şüphesiz bazı pazarlıklar da yapılmıştı. Mesela darbeciler aklandı, darbe teşebbüsünü izleyen bürokratlar tasfiye edildi.
12 Eylül ilginç bir olaydı. Herkes Demirel’in ABD tarafından desteklendiğini söylüyor ve ülkedeki sol eylemler onu hedef alıyordu. Onun tasfiyesiyle ülkenin bağımsızlığa kavuşacağı söyleniyordu. Oysa o sırada Türkiye’nin dış borcu yoktu, iç borcu önemsiz düzeydeydi. Sonra insanlar ABD’ye yakın olduğunu söyledikleri Demirel’in ABD destekli bir darbe ile düşürüldüğünü söyledi ama bunda bir çelişki olduğunun farkına varmadı. Eğer ABD içinde küresel sermayenin oluştuğunu ve bunun Avrupa ile ilişkilerini, SSCB’yi tasfiye etmek istediklerini, Türkiye’deki yönetimin ekonomik açıdan içe kapalı olduğu görselerdi yeni oluşan gücün ülkemizi dışa açık bir ekonomiye dönüştürmek istediklerini anlarlardı. O güne kadar farklılaşmaları hep ideolojik planda yapan kişiler birbirine çok benzeyen Özal ile Demirel’in farklarının dışa açık ve ithal ikameci ekonomik politikalar olduğunu göremediler.
Tahterevallinin askeri ayağı kurulacak bir bina için araziyi düzenleyen dozer gibi kullanılmış, kurulacak yapıyı engelleyen AP yapısı yıkılıp alan düzenlenmişti. Yapılan her işin bir mükafatı olacaktı ve darbeciler bunlardan yararlandı. Yine tahterevallinin sivil siyaset ayağı öne çıktı ve Özal tahterevallinin bir ucunda göğe yükseldi.
Bunları söylememin nedeni bugün yapılanların bu tahterevalli oyununa benzememesidir. Mesele tahterevallinin öbür ayağını aşağı indirmek değil tarafları bir masada buluşturmaktır. Bir ülkede siyasetçiler ve bürokratlar bir vücudun farklı organlarıdır. Birini yok ederseniz diğeri varlığını sürdüremez. Bir kişi seçilmişse aldığı kararlar meşrudur ama doğru olduğu kesin değildir. Bürokrasi onun destekçisidir ve onsuz bir yere varılmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.