Temiz dudağa da bakın hele
Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan’ı alnından öpmeye kalkınca, yepyeni bir polemik konumuz oldu: “Kirli dudak, temiz alın polemiği...”
Hani Kılıçdaroğlu, “Gazze’ye yardım götürecek gemiye bin, seni alnından öpeyim” diyerek, siyasi rakibini aradan çıkarmanın yollarını arıyordu ya...
Başbakan’ın buna cevabı sert oldu; “Ben tertemiz alnımı, senin kirli dudaklarına değdirmem...”
Kirli dudak savaşını başlatan diyalog böyle gelişti...
Kılıçdaroğlu durur mu?
Durmadı, “Senin alnın Deniz Feneri’yle lekeli, benim dudağım temiz” diyerek, tartışmayı bir başka kulvara taşıdı.
Kim daha kirli, kim daha temiz tartışmasına girecek değilim.
Son durumu bildirmek istiyorum.
Çünkü, bu konuda söyleyeceklerimi “son durum” bilgisi belirleyecek.
Son durum şudur:
Kılıçdaroğlu hakkını mahkemede arayacak.
Gerçi, “Sayın Recep Tayyip Erdoğan küfretmeyi alışkanlık haline getirdi, buna cevap verecek değilim, konuyu yargıya taşıyorum” dedikten sonra da laf yarıştırmaya devam etti, Deniz Feneri meselesini “çeşitlendirerek”, siyasi rakibinin ne kadar da kirli bir alna sahip olduğunu kanıtlamaya çalıştı ama iş yargıya intikal etmiştir, bu aşamada bize susmak düşüyor...
Fakat, işin bir de “hakkaniyet” boyutu var.
Kılıçdaroğlu, “Sayın Recep Tayyip Erdoğan küfretmeyi alışkanlık haline getirdi... Böyle Başbakan olur mu?” diyor.
Buradan, bunun (yani küfretmenin) “kötü bir alışkanlık” ∆olduğu, bu alışkanlığı eleştiren (daha doğrusu “eleştirme önceliğini” kullanan) Kılıçdaroğlu’nun da “nezahetiyle maruf” bir siyasetçi sayılması gerektiği so-nucunu çıkarıyoruz.
Böyle mi gerçekten?
Madem Kılıçdaroğlu, “senin dudakların kirli” sözünden hakaret (pardon küfür) vehmetmiş ve alınganlık göstermiştir, başkalarında alınganlığa yol açacak kendi ifadelerini de teşrih masasına yatırmalıdır.
Öyle değil mi?
Hemen aklıma, hakaret kastıyla kullanılan “Recep Bey” ifadesi geliyor.
Son zamanlarda Kemalistlerimizde böyle bir alışkanlık türedi:
Değerli Kemalist Emin Çölaşan, RTÜK Yasası’nı onaylamayan dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i, “Ahmet Bey” diye istiskal ederdi.
Kılıçdaroğlu da, Çölaşan’dan andaç “Bey” ifadesini Başbakan Erdoğan için kullanmaya başladı...
Süreç içinde ondan da kurtuldu, “Recep”te karar kıldı.
Mesela, ünlü Bursa Söylevi, “Recep diyor ki...” diye başlar.
Hadi bunu küçük, masum, zararsız bir istiskal çabası sayalım...
Kemal Bey durmadı...
Durduramadık...
Önceleri, mütereddit ve utangaç da olsa, “kalpazanlar, haramzadeler” diyordu...
Sonra tekamül etti, “ananı a... a...”, “deli”, “ayı”, “angus sığırı” diye saydırmaya başladı...
Durmadı...
Darbımeselleri ve halk deyişlerini devreye soktu...
Durmadı, “Silkeleyin, belki ağaçtan Recep düşer” demeye başladı... Ki, “temiz dudak” Kılıçdaroğlu’nun geldiği son noktadır.
Elbette hakkını mahkemede arasın, “kirli dudak” benzetmesinin hesabını sorsun ama kendi üslubuna da bir “ayar” versin...
Çünkü, “Silkeleyin, belki ağaçtan Recep düşer” lafının ötesi yoktur...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.