Meraktan çatlıyorum
İnsanoğlu ‘meraklı’ bir yaratık, buna hiç kuşku yok; hayatımızın yarısı ilgi alanımıza giren konuları merakla geçer, diğer yarısı ise aslında ilgilenmediğimiz halde bilgi sahibi olduğumuz konuları merakla... Merakını yitirmiş bir insanın kendisini yitirilmiş sayabilirsiniz...
Şimdi size bir soru: İyisi aşırı meraklı olan ve ekmeğini merakları gidererek kazanan meslek erbabı kimdir?
Yazının burasında durun, iyice düşünüp taşının ve cevabınızı vermeden bir sonraki paragrafa geçmeyin...
Evet, bildiniz: Gazeteci... Eski ustalar, önlerine gelen adaylara, ne kadar meraklı olduğunu ortaya çıkaracak sorular sorar, tatmin olmuşlarsa mesleğe adım atmasına izin verirlerdi. Muhabir adaylarının ilk gönderildikleri haberin ‘davul tozu ve minare gölgesi’ satılan aktarı bulmak veya “Cemre bugün denize düşecek” bilgisi verilip adaydan cemrenin denize düştüğü ânın fotoğrafını çekmesini istemek olması bu yüzdendi.
Beklenen, “Olmayan bir şeyi hiçbir aktarda bulamam” ve “Cemre mi? Denize mi? Birlikte gidelim de düştüğü yeri bana bir gösterin” tarzı cevaplar vermesiydi gazeteci adayının...
Her söylenene inanan, her denileni gerçek sanan biri asla muhabir olamaz.
Tabii eskiden okurlar da meraklıydı. İnternetin, sosyal medyanın, yüzlerce TV kanalının bulunmadığı gazeteli devirde, okur daha fazlasını talep ederdi... Gazeteler haber verir, yorum sunar, röportajlar yayınlar, tefrikalar
yazdırırdı...
1930’lardan 1970’lere yazılmış ne kadar edebi eser varsa, hemen hepsi, bir gazetede tefrika edilmiştir. Okur, o gün okuduğu bölümde heyecanı iyice ayağa kalkmışsa, ne olduğunu öğrenmek için ertesi günü beklemek yerine idarehanesi önünde kuyruğa girerdi gazetenin erken baskısını satın almak için...
Yazıyı biraz uzatınca “Pehlivan tefrikasına döndürdün” denilmesinin sebebi, gazetelerde yayınlanan eski pehlivanların maceralarına
dair tefrikalardır. Bu işin ustaları Koca Yusuf ile Çolak Mümin’in güreşini uzatır da uzatır, sırtı iki ayda yere değdirmezdi.
Hikmet Feridun Es, bazen eşi Semiha Hanım’ı da yanına alarak, dünyanın dört bir tarafında dolaşır, herkesin ilgisini çekecek fotoğraflı röportajlarla okur karşısına çıkardı. Bir karış boylu Pigmeleri, boynu halkalı kadınlarıyla Afrika’yı, vahşi Batısı ve Hollywood’uyla Amerika’yı, Türkiye, karı-koca Es’lerden öğrenmişti.
Ötüken Yayınları Hikmet Feridun Bey’in önemli gazetecilik başarılarından ikisini bugünün meraklılarına sundu: ‘Tanımadığımız Meşhurlar’ ile ‘Kaybolan İstanbul’dan Hâtıralar’... Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçilen dönemi fikirleri, sanatı ve tavırlarıyla etkilemiş Şemsettin Sami’den Hacı Arif Bey’e, Tevfik Fikret’ten Nigâr Hanım’a uzanan pek çok tanınmış ismi 1940’larda henüz yaşayan yakınlarının dilinden anlatır ‘Meşhurlar’... 1960’lar ve 70’lerde kaleme alınmış ‘İstanbul’ ise kaybolan değerleriyle yeniden keşfedilir.
‘İstanbul’ bir yıl, ‘Meşhurlar’ ise iki yıl önce yayınlandı; etrafımdaki ‘meraklı’ dostlarım arasında bile çıktıklarını bilen, bildiğinde koşup alan yok...
‘Tanımadığımız Meşhurlar’ kitabını elimden düşürmediğim günler boyunca, kafamdan, “Benzer bir çalışma bizim dönemimizin artık toprak olmuş, ancak yakınları hâlâ sağ meşhurlarıyla da yapılmalı” düşüncesi hiç eksilmedi. Devlet adamı, edip, sanatçı, şair, yazar, bilim insanının hayatları, yeni nesillere, yakınlarının tanıklıklarla anlatılmayı bekliyor.
Aklıma bunu Hikmet Feridun ayarında yapabilecek ancak iki isim gelebildi.
Merak olmayınca, meram da olmuyor. Dünya klasiklerini okumak yerine dizileştirilmeleri bekleniyor. ‘Karadağlar’ dizisi meğer ‘Karamazof Kardeşler’den ilham alınmış... “Ya öyle mi?” hayretinden fazla bir tepki veren yok... Muhtemelen ilham alındığı söylenen ‘Karamazof Kardeşler’ nedir bilinmediği için...
Kusura bakmayın, ama medyanın içinde debelendiği bugünkü düzeysizlik yalnızca mesleğini iyi icra edemeyenlerin kusuru değil. Ben meraksız ve meraksız olduğu için de kötü gazetecilerden fazla bir şey beklemiyorum; meraklı ve daha fazlasını isteyen okurlar kurtaracak gazeteciliği...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.