Ayıbı bildin mi, ayıbı?
Hürriyet gazetesinin, “Fırsat çıksa da, şunlara bir çaksam” diye adeta bağıran bir yazarı var.
İsmi Mehmet Yakup Yılmaz...
Hemen söyleyeyim: Kendisini hiç sevmem.
Küçücük yaşta (13 yaşında) sosyalizmi keşfedip “erken bir bilinçlenme dönemi” yaşayan bu arkadaşımızın başat yazı konularından biri, hatta başlıcası hükümettir.
Hani, “Senin Kemal Bey’den başka bir işin yok mu?” diyorlar ya.
Kıymetli Yakup’muzun da hükümetten başka işi yok.
Ne yapsalar, beğendiremiyorlar Yakup’a!
Demokratikleşme konusunda atılan adımlar, darbelerle mücadele programı, ekonomi alanındaki görülebilir iyileşme, enflasyonun düşmesi, işsizliğin gerilemesi, sağlık devrimi, “asker meselesinin” hale yola koyulması, Nazım’a iade-i itibar, 12 Eylül’ün yasaklı kitaplarına getirilen özgürlük, darbe dönemi ayıplarının ortadan kaldırılması, olağanüstü hal uygulamasına son verilmesi, Kürtçe’nin yasak olmaktan çıkarılması, dış politikada atılan adımlar, birçok ülkeye vizesiz gidilebilmesi...
Hiçbiri, ama hiçbiri mutlu etmiyor Yakup’u.
Her gün, parçalı köşesinde, en az üç adet “çaktı yazısı” yazıyor. Çakıyor da çakıyor...
Doymuyor... Ertesi gün bir kez daha çakıyor.
Doymuyor, ertesi gün bir daha...
Bunu her gün üç kez tekrarlıyor.
Denilebilir ki, “Gazetecinin görevi eleştirmektir, hükümetin yapıp ettiklerini övmek değil... Bağımsız ve tarafsız bir gazeteci olarak Mehmet Yakup Yılmaz da eleştiri görevini yerine getirmektedir.”
Fakat sorun şu:
Mehmet Yakup Yılmaz görevini savsaklıyor; bir tarafa ağırlık verirken, diğer tarafı ihmal ediyor. Bağımsız ve tarafsız kalamıyor yani...
Hadi keyfinin kâhyası değiliz, hangi tarafı ne ölçüde göreceğine, kimi eleştireceğine kendisi karar verir... Fakat bir sorun daha var.
Eleştiri hakkını kullanırken işi bir de “istiskale” döküyor. Sürekli bir aşağılama ve küçümseme çabası, laf sokmalar, yukarıdan bakmalar, nihayetsiz espri girişimleri...
Mesela, Başbakan Erdoğan için, “Koskoca dünya lideri küçücük PKK’dan korkar mı?” diye yazmıştı ve bu esprisine katıla katıla gülmemizi beklemişti... Cumhurbaşkanı Gül’ü için de, “Yağdı yağmur, çaktı şimşek” deyişini uygun görmüştü. Zekâsına alkış beklemişti.
Haa, bir de “seyrek bıyıklı asabi şahsiyet” benzetmesi var.
Ne kadar esprili, görüyorsunuz değil mi?
İşte bu Mehmet Yakup Yılmaz, geçenlerde, PKK-MİT görüşmesiyle ilgili bir yazı yazdı ve bu görüşmeyi “görmeyen” (yahut küçük gören) yandaş basını fırçaladı. Sonra da ekledi: “Hürriyet okuduğunuz için çok şanslısınız. Bu olayın değişik boyutlarını öğrenebildiniz.”
Hani “ilke gereği” gizli görüşme tutanaklarını, telefon görüşmelerini haber yapmıyordunuz? Hani taraflar açıklama yapmadan bu haberleri manşete çekmiyordunuz?
Hürriyet okuduğumuz için şanslıysak, neden doğru dürüst bir Ergenekon haberi göremiyoruz bu gazetede?
Kafes nedir, niçin bilmiyoruz?
Balyoz tutanaklarını niçin okuyamıyoruz?
Niçin olayların “değişik boyutlarını” öğrenemiyoruz?
Hürriyet’in şanslı okurları İstanbul’a çökeceğini söyleyen komutanın ses kaydından niçin haberdar olamıyor? Niçin “internet andıcı” davasının tüm safahatını öğrenemiyor? Niçin bazı suikast bilgilerinden mahrum kalıyor? Niçin darbe görüşmelerinin gizli tutanaklarına muttali olamıyor?
Hadi Hürriyet’i geçtik...
Her gün üç adet “çaktı yazısı” yazıyorsun, bir gün de şu Ergenekon ve Balyoz meselesine gir...
Neymiş buradaki “değişik boyutlar”, görelim. Hatta, dişimizi kıralım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.