Siyasetçiyi savaş değil barış "Devlet adamı" kılar...
Tarihe de, güncel dünya siyasetine de dışarıdan ve amatörce bakanlar için savaşlar, asker ve silah sayılarına bağlı olarak galiplerin belirlendiği basit olaylardır.
Bu amatörler iki ülke arasındaki siyasi gerginlik savaşa yol açtığında, kimin yenileceğini hemen söylerler.
İşin daha da vahim olan yanı, bu amatörlerin bazen ülkenin yönetimine geçmeleri ve savaşa sürükledikleri halklarını kuşaklar boyu sürecek perişanlığa mahkûm etmeleri değil midir?
Son örneği Irak'ın Saddam Hüseyin'inden verebiliriz.
Daha önce de Mısır'ın Cemal Abdülnasır'ı bu duruma örnek olabilir...
Hangi tarihi ünlünün söylediğini hatırlamadığım şöyle bir özdeyiş vardır:
- Nasıl depremlere karşı galip gelemezseniz, savaşın doğuracağı felaketler karşısında da galip gelmeniz mümkün değildir. Savaşta galip gelmek savaşta yenilmek kadar büyük acıları taşır.
Savaşlar gereksizdir
Diplomasi, görüşmeler, konferanslar, uzlaşmalar ve siyasetin benzer sayısız yöntemlerinin var olduğu bir dünyada, Churchill'in de söylediği gibi "Aslında bütün savaşlar gereksizdir."
Türkiye Osmanlı tarihinden alınan derslerle, 1923'ten bu yana savaşların ve hatta Dünya Savaşı'nın dışında kalmayı başarmış bir ülkedir. BM kararına dayalı olarak 1950'de Kore'ye, son dönemde de eski Yugoslavya topraklarına, Lübnan'a ve Afganistan'a gönderilen askeri gücümüz, savaş için değil barışı tesis etmek için görevlendirilmişlerdir. Cumhuriyet tarihinde bu durumun tek istisnası 1974'teki Kıbrıs'a yapılan askeri müdahaledir.
Bu askeri harekâtı kalıcı bir uluslararası çözüme bağlamak yerine "Kıbrıs fatihi" olmayı içeride seçim zaferine dönüştürmeyi yeğ tutan siyasetçilerimiz yüzünden, Kıbrıs hâlâ dış politikamızın ipoteği konumundaki bir kriz konusu değil mi?
Gerekirse savaşırız
Aslında hem siyasetin hem de askerlik mesleğinin amatörleri olmalarına rağmen, yönetimde bulunmaları nedeniyle "Gerekirse savaşırız" söylemini kullanmaktan çekinmeyenlere rastlamadık değil.
Ben çok iyi hatırlıyorum.
Türkiye'de belirli çevrelerin "Komünizm geliyor" feryadını kısa dönem önce "Şeriat geliyor" diye feryat edenlere benzer şekilde seslendirdikleri ve 12 Mart 1971 askeri müdahalesi ile sonuçlanan dönemdeydik.
Gazeteler kapatılıyor, sol eğilimli yazarlar ve aydınlar tutuklanıyor, evler basılıp sol kitaplar aranıyordu.
O dönemde İstanbul'da ordu komutanı olarak görev yapan bir general Gazeteciler Cemiyeti'ni ziyaretinde "Bulgarlar kafamızı kızdırmasınlar, bu ülkenin bir ucundan girer öbür ucundan çıkarız" benzeri sözlerle bu komşu ülkenin komünist rejimine kendince uyarıda bulunarak Türkiye'deki solculara da gözdağı vermişti.
Bu sırada kimse ona "Sonunda Varşova Paktı ile de savaşır mıyız" diye sormamıştı.
"Haklı davalarımız"la "Gerekirse savaşırız" söylemlerini bir araya getirmek, siyasetçilerimizin en fazla kaçınmaları gereken durumdur.
Devlet adamı olmak
Siyasetçiler savaşı değil barışı temsil ettikleri ölçüde "Devlet adamı" rütbesine ulaşırlar.
Nüfus ve silah üstünlüğüne dayalı olarak dünya siyasi coğrafyası belirlenmiş olsaydı tüm Asya Çin'in, Afganistan Sovyetler Birliği'nin olurdu, İsrail varlığını koruyamazdı.
1980'li ve Özal'lı yıllarda Ege'de sular yine kızıştığında, bir Türk- Yunan savaşına ilişkin simülasyon yapılmıştı bir toplantıda.
Trakya'daki dar koridorda aylar sürecek karşılıklı yıpratmaya dönük kara savaşının ve iki ülkenin uçaklarla birbirlerinin kentlerini bombalayarak tahrip etmelerinin sonunda, BM'nin devreye girip ateşkesi sağlayacağı bir tablo öngörülmüştü bu simülasyonda...
Her ülkenin ve her siyasetçinin savaşı diplomasinin bir aracı olarak görmekten kaçınmaları gerektiğini her zaman hatırlamalıyız.
Unutmayalım. Barışta yaşlılar, savaşta gençler ölür.
"Buddenbrooks Ailesi"nin, "Sihirli Dağ"ın Nobelli yazarı Thomas Mann, Hitler Almanya'sından önce İsviçre'ye sonra da Amerika'ya iltica ederken "Savaş barışın problemlerinden korkakça kaçıştır" diye yorumlamıştı 2'nci Dünya Savaşı'nın gelişini.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.