Katil suç mahalline dönünce...
Merd-i kıpti şecaat arzetmesi gerektiğinde eski hırsızlıklarından bahsedermiş... Katiller mutlaka cinayet mahalline dönerlermiş...
Bizimkiler de öyle; kimsenin hatırlamasını istemeyecekleri ‘utanç yazıları’nı akla getirecek tarzda yakın geçmişteki suç mahalline dönmüşler. Hem de yaptıklarını günlerce televizyonlarda reklâm da ederek...
Yaptıkları, cumhurbaşkanlığı seçim sürecine askerlerin müdahale etmeye kalkıştığı 27 Nisan (2007) ‘e-muhtırası’ günlerini hatırlatmak... Verilen muhtıra mıymış, neymiş? Nasıl haberdar olmuşlar? Bir ay sonra yapılan Dolmabahçe buluşmasında taraflar ne konuşmuş?
Tantanayla duyurdukları olayla ilgili yazdıklarında daha önce bilinmeyen bir unsur yok. Tam tersine, bazı bilinen şahsiyetlerin el emeği muhtemelen yazıma karıştığı halde, metnin hâlâ “Bütünüyle Org. Yaşar Büyükanıt’ın eseri” olduğunda ısrar ediyorlar.
Etsinler bakalım.
İnsan böyle bir işe kalkışırken, hiç değilse, muhtırada şikâyet konusu yapılan konuların daha önce kendi gazetelerinde çıkan -çoğunun çarpıtma olduğu sonradan anlaşılan- haberler olduğunu da belirtiverir...
Onu bile yapmamışlar...
Madem o günler hatırlatılmaya değer, ben de kendilerine o zamanlar ‘Amiral gemisi’ olarak anılan gazetelerinde sıcağı sıcağına yazdıkları yazılardan bir demet sunayım bari...
Hem askerlerin siyasete müdahalesine ‘önemli’ gazeteciler nasıl tepki vermiş herkes görsün, hem de kendileri için bir ‘günah çıkarma’ vesilesi olsun...
Gece yarısı Genelkurmay’ın internet sitesine konan 27 Nisan muhtırasını gazetenin manşetine taşıyan yayın yönetmeni, konuyu köşesinde ertesi gün ele almıştı.
Nasıl mı? ‘Durumdan vazife çıkarıyorum’ başlıklı yazısından bir bölümü okuyalım: “21’inci yüzyılda yine bir ‘askeri balans ayarı’ ile karşı karşıya kalmamız, biz siviller için kötü bir sınav oldu. / Bu bildiri, sadece demokrasimiz değil, aynı zamanda iktidarımız, muhalefetimiz, hepimiz için büyük bir ayıptır. / Ama ‘vicdan’ duygum beni insafa davet ediyor. / Demokrasi kaygısıyla, sadece askeri eleştirmek, ne adil, ne yararlı, ne de sonuç verici bir girişim olacaktır.”
Tezinin sebebini şöyle açıklıyor: “Çünkü o bildiride savunulan görüşler, toplumun önemli bir bölümü tarafından paylaşılmaktadır. / Şurası bir gerçektir: / Siviller bu süreci iyi yönetemediler. / Emin olunuz ki, bunda herkesin yanlışlığı rol oynamıştır. / Tabii her şeyden önce iktidarın.”
Yeni yönetmen gazetesini Ankara’da temsil ediyordu o günler; o da derhal durumdan vazife çıkarmıştı: “Bana göre askerin, Çankaya konusundaki ihtimal hesabı çok açıktı. / AKP’den ya Tayyip Erdoğan’ın veya Vecdi Gönül’ün aday çıkacağını düşündüler. / Tayyip Erdoğan’ın adaylıktan vazgeçme eğilimi güçlendikçe Gönül’ü beklediler. / Nitekim Erdoğan, Abdullah Gül ve Paşa’nın buluştuğu 23 Nisan kokteylini hatırlayın. Paşa’nın ‘Adayı biliyorum’ şakasını düşünün ve rahatlığını gözünüzün önüne getirin. Acaba yetkili bir ağız, Paşa’ya ‘AKP’nin adayı Vecdi Gönül’ demiş olabilir mi?”
Eeee... E’si şuymuş: “Eğer öyleyse ve aynı gece ibre Abdullah Gül’e döndüyse... / ‘Sözde değil özde’ vurgusuyla başlayıp bildiriyle noktalanan süreçte... / Sadece algılama değil istemeden de olsa aldatma sorunu da var demektir.”
‘Dörtlü takrir’ ile karşımıza çıkanlardan üçüncüsü başka bir gazeteyi yönetiyordu o vakit; bu yüzden onu değerlendirme dışı bırakıyorum. Dörtlünün dördüncüsü de ‘muhtıra sabıkalı’. Muhtıra ardından yazdığı meş’um yazıya bakalım isterseniz:
“Ne yani? / Sivil siyaset sorumlu davranmayacak, iktidarıyla muhalefetiyle ülkeyi darboğaza sokacak, oluşan zemin üzerine ‘muhtıra’ gelecek... / Ve bize de sadece ve sadece ‘Muhtıraya karşıyız’ demek mi düşecek? / ‘Muhtıraya karşıyız’ diyeceğiz ve ötesini söyleyemeyecek miyiz?”
Şecaatleri buydu işte... O zamanlar bunları yazanlar, şimdi tutmuş, “27 Nisan muhtıra mıydı?” diye soruyorlar...
Gemi karaya böyle oturdu. (BİTTİ)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.