Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Benim yerim Meclis

Benim yerim Meclis

Ergenekon sanığı gazeteci dostumuz Mustafa Balbay, duruşmada söz alarak, “Benim yerim Meclis... Parlamentonun tam olarak toplanması için adım atın” diye hâkime ricada bulunmuş.

Hâkim, elbette bu ricayı yerine getirmemiş.

Meclis, bu nedenle, Cumartesi günü, (tutuklu BDP’lileri saymazsak) Balbay’sız, Haberal’sız ve Alan’sız toplandı.

Benim “tutuklu” milletvekilleriyle ilgili düşüncem nedir?
Daha önce de çok yazdım ve konuştum.

Tekrarlayayım:

CHP’nin, “hukuku arkadan dolanmak” ve “Ergenekon davasının altını boşaltmak” taktiğinin bir sonucu olarak yürürlüğe koyduğu “Silivri’den aday gösterme” uygulamasını eleştirdim.

Hâlâ eleştiriyorum.

Oda TV davası sanıklarından Yalçın Küçük, “Bunlar, benim akıllarımdır... Kemal Bey’e taktiği ben verdim” deyip duruyor... Bu düşüncesini kaç kez Aydınlık gazetesinde yazdı, kaç kez özel telefon görüşmelerinde “dostlarıyla” paylaştı. Bu konuda Oda TV iddianamesinde epey malumat var.

Küçük, amacını, “Ergenekon yargılamalarının altını boşaltmak” anlamına gelebilecek sözlerle açıklıyordu...

“İrade-i milliye”yi devreye sokarak hukuku işlevsizleştirmek, yasamayla yargıyı karşı karşıya getirmek, nihayetinde iddianamenin “yok hükmünde” sayılmasını sağlamak.

Bunun nasıl tehlikeli bir atak olduğunu Süheyl Batum gördü.

Mucit hukukçu Sabih Kanadoğlu gördü.

Batum, üstelik, “Silivri’den aday gösterme” fikriyatını ilk seslendirenlerdendir. Kanadoğlu da (uzak bir dolayımdan da olsa) Ergenekon davasıyla ilişkilendirilmiş, tarassut altına alınmıştı.

İkisi de, “Milletvekili seçilmek, tutukluluğu ortadan kaldıran sebeplerden değildir” diyerek, “arkadan dolanma” oyununun boşa çıkarılabileceğini söylediler.

Kılıçdaroğlu bunu göremedi.

Hemen atladı önerinin üzerine ve Mehmet Haberal’la Mustafa Balbay’ı seçilebilecekleri yerden aday gösterdi.

Bununla da kalmadı, Silivri eksenli bir seçim kampanyası yürüttü...

Mesela, “Konuşanları Silivri’ye tıkıyorlar” dedi, “Nerede bu Ergenekon örgütü, söyleyin de gidip üye olayım” dedi, “Mehmet Haberal Zonguldak’ın gururudur” dedi, “Soner Yalçın kaya gibi adamdır, soyadı gibi yalçındır, kolay kolay yıkılmaz” dedi.

Bütün bu “hukuku arkadan dolanma” ve “davayı sulandırma” girişimlerine rağmen, “tutukluluk” uygulamasına karşı çıktım...

Haberal ve Balbay’ın salıverilmelerini istedim.

Bu düşüncemi de defaatle yazdım ve söyledim.

Haberal da, Balbay da, parlamentoya karşı bir girişim (darbe girişimi) içinde yer almakla suçlanıyorlardı. Parlamentoyu “kurtuluş” olarak görmeleri apayrı bir “ironi”ye işaret ediyordu ama madem seçilmişlerdi, parlamentoda bulunmalı, demokrasiye işlerlik kazandıracak yasama faaliyetine katılmalıydılar.

Bu düşüncem bakidir.

Nitekim Balbay, “Benim yerim Meclis’tir” diye hâkime ricada bulunurken, bu gerçeğin altını çiziyordu.

Sözüm şimdi “gazeteci dostumuz” Balbay’a:

Madem senin yerin Meclis’tir ve şu sıra “irade-i milliye” kavramına çok sık vurgu yapar oldun... Günlüklerdeki “general iradesi”ni her şeyden üstün tutan, nerdeyse askere “darbe siparişinde” bulunan, sürekli darbecilerle teşrik-i mesai yapan Mustafa Balbay görüntüsü de nedir Allah aşkına?

Meclis’in, irade-i milliyenin tecelli ettiği “en hayati organ” olduğu gerçeğini keşfetmen için, ille de cezaevine düşmen mi gerekiyordu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi