İsmail’in...
İsmail kim mi? Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya elbette...
İsmail hakkında, telefonda “iyi niyet” duygularını belirten Hürriyet’in ağzı bozuk yazarıyla ilgili düşüncelerimi yazının sonuna sakladım.
Önce, iki hususta “düzeltme ve tavzih” yapmak istiyorum.
Eski YARSAV Başkanı ve Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu’dan bir mail aldım.
Diyor ki Eminağaoğlu, “Gizli yürütüldüğü söylenen soruşturmadaki ileri sürülen konuşmalara ait, tapeleştirildiği belirtilen bölümünün basında yer alması üzerine, gerçek dışı haber ve yorumların artması üzerine adımın karıştırıldığı ve gerçek dışı algılara neden olan içerik hakkında, gerçek dışılığı ortaya koyan geniş kapsamlı röportajım, 16.3.2011 tarihli Akşam Gazetesi’nin 14’üncü sayfasında yayınlanmıştır. Buna rağmen, adımın karıştırıldığı ve gerçekle bağdaşmayan bu içeriğin köşenizde yer alması, mesleki ve hukuksal yönden yerinde olmamıştır...” ( Bu açıklamadaki “güzel Türkçemiz” Eminağaoğlu marifetidir.)
Ne demek istiyor Eminağaoğlu?
Şunu:
Beni İklim Bayraktar ve “büyük balık” olayına karıştırmayın. Bu işlerle hiçbir alakam yok...
E, ben de Eminağaoğlu’nu bu işe karıştırmadım zaten.
İklim Bayraktar, Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüşmesinin safahatını telefonda Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu’yla paylaşıyor ve ona “Sana büyük balığı getireceğim diyorum, oralı bile olmuyor” diyerek Kılıçdaroğlu’ndan dert yanıyor.
Bu bilgi gazetelerde yer aldı, üzerinde çokça geyik çevrildi.
Sonra da iddianameye girdi.
İklim Bayraktar’ın Eminağaoğlu’nu aramış olması, Eminağaoğlu adına nakısa mıdır?
Bilmiyorum...
Bu konuda bir iddiam yok.
Eminağaoğlu (mailinde de belirttiği gibi), Akşam gazetesine verdiği röportajda bu “yakınlığın” mahiyetini açıklıyor... Biz şimdilik bu açıklamayla iktifa ediyoruz ve Eminağaoğlu’nu Oda TV davasının şurasına ya da burasına yerleştirmiyoruz. Budur...
Bir de tavzih:
Nedim Şener ve Ahmet Şık gözaltına alındığında, Ahmet Şık’ı fazla tanımadığımı, ama bazı dost sohbet ortamlarında görüştüğüm ve demokrat kişiliğine kefalet edeceğim Nedim Şener’in “darbe” gibi işlere tevessül etmeyeceğini yazmıştım.
En azından benim tanıdığım Nedim böyle biriydi.
Kaç gündür mail kutum Nedim Şener’den dolayı sigaya çekildiğim maillerle dolup taşıyor; “Hani kefildin? Ne oldu?” filan gibilerden...
Bir şey olduğu yok.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’la ilgili suçlamalar, bence, iddianamenin en zayıf halkasını oluşturuyor. Bu düşüncem değişmiş değil.
Fakat, görülüyor ki, Nedim de, Ahmet de, pek “gazetecilik” çerçevesinde görmeyeceğimiz birtakım “sevimsiz işlerle” uğraşmışlar. Gazeteciliklerini kötüye kullanmışlar yani...
Bu, ağır yaptırımı gerektiren bir suç mudur? Bilmiyorum.
Buna yargı karar verecek.
İlk düşüncemi hâlâ muhafaza ediyorum:
Nedim ve Ahmet yargılansın ama tutukluluk da cezaya dönüşmesin. Delilleri karartma ihtimali ortadan kalktıysa, yargılama pekâlâ “tutuksuz” devam edebilir.
İsmail olayına gelince...
Başta, “düşüncelerimi yazının sonuna sakladım” diye yazmıştım ama bu konuda yorum yapmak içimden gelmiyor.
Hem “düzeltme ve tavzih” kısmını mahsustan uzattım ki, yoruma yer kalmasın.
Kamuoyunun parçalamasına hazır hale gelmiş insanları parçalamak ve iyice kötü duruma düşürmek bizim işimiz değil.
Hızla unutalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.