Sizi değil, kendimizi seviyoruz
Kızacaksınız, “yandaş” diye saydıracaksınız, “Neden Başbakan’ın kusurlarını görmüyorsun?” diye kendi kavlinizce köşeye sıkıştıracaksınız ama ben bildiğimi okuyacağım.
Esasında, Başbakan’ın olası kusurlarına ilişkin bir yazı bu...
Daha doğrusu, talihsizliğine ilişkin...
Kaç yıldır iktidarda...
Üç genel seçim, iki yerel seçim kazandı.
İki referandumdan istediği sonucu aldı.
Bu performansla, üç genel seçimi daha götürecek gibi gözüküyor.
Üstelik, “iktidar yıpranmışlığına” rağmen, girdiği bütün seçimlerden oylarını artırarak çıktı. Eskiden üç kişiden birinin oyunu alıyordu, şimdi iki kişiden birinin oyunu alıyor.
Neden?
Karşısında doğru dürüst rakip yok da, ondan mı?
Rakip, en önemli “belirleyici faktör”dür ama Başbakan’ın kendisinde de marifet aramak lazım değil mi?
Halk, Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkeyi doğru yönettiğini düşünüyor.
Dahası, ona güveniyor.
Bu düşüncesini de sandığa yansıtıyor.
Diyebilirsiniz ki, “Devleti ele geçirdi, bütün kurumları zapturapt altına aldı... Yasama
ve yürütme ondan soruluyor. Yargıyı istediği gibi biçimliyor. Bütün kurumların başına istediği kişiyi atadı. TSK’yı siyasi aktör olmaktan çıkardı, vesayet rejimini geriletti. Ne oluyoruz? Ülkeye sivil faşizm mi geliyor yoksa?
Bunu diyenler var ama sadece dedikleriyle kalıyorlar.
Halk da bu “denilenleri” yapsın diye oy veriyor ona.
Faşizmin askerisinde şekvacı olmayanların “sivil faşizm” diye tutturmaları artık bir değer ifade etmiyor.
Devleti elbette siyaset kurumu ele geçirecek.
Kurumları kimin yöneteceğine elbette yürütme karar verecek.
İşi askerlik olanlar elbette “askerlik görevine” dönecek.
Darbelerden elbette hesap sorulacak, “vesayet rejimi” elbette geriletilecek.
Fakat, talihsizlik de burada başlıyor işte.
Ülkede doğru dürüst bir muhalefet olmadığı için, parlamento dengesi bir partinin lehine bozuluyor.
Daha doğrusu, demokrasimiz “tek ayaklı” işliyor.
Bunun uzun vadede doğuracağı sakıncalar var.
Parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran siyasi partiler, evet, icra sıkıntısı yaşamazlar, ülkeyi istedikleri gibi yönetirler ama “çoğunluk rejimine” savrulma tehlikesiyle de karşı karşıya kalırlar.
Parlamenter demokrasilerde “muhalefetsizlik” (ya da rakipsizlik) imrenilecek bir durum değil.
Karşısında doğru dürüst bir rakibin bulunmaması Başbakan açısından şans...
Hem de şanssızlık.
Şans, çünkü ülkeyi istediği gibi yönetiyor.
Şanssızlık, çünkü “demokratikleşme” konusunda kendisini sıkıştıracak güçlü bir irade yok...
Lafın bundan sonrası Kemal Kılıçdaroğlu’na:
Muhalefet, anayasal bir organdır.
Dolayısıyla, sorumluluğu yüksektir.
Fakat, referanslarını tarihten aldığını söylediğiniz partiniz, sırf muhalefet olsun diye muhalefet yapıyor.
Bugüne kadar icrayı doğru yönlendirecek bir teklif hazırlamadınız, bir öneri getirmediniz, bir “iyileştirme reçetesi” sunmadınız ve kendinizi hızla alternatif olmaktan çıkarıp demokrasiyi “tek ayaklı” bıraktınız.
Sizin ağzınızdan da, “şerefliysen açıkla”, “adamsan karşıma çık”, “silkeleyin belki ağaçtan Recep düşer” dışında, doğru dürüst bir laf çıkmadı.
Bir an önce toparlanın.
Bunu sizi çok sevdiğimiz için değil, ülkemizi (dolayısıyla kendimizi) sevdiğimiz için istiyoruz.
BAŞSAĞLIĞI
Başbakan Erdoğan annesini kaybetti. Merhumeye rahmet, yakınlarına sabır diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.