Geçmişin hayaletleri peşimizde
Van’da iki kez vuran deprem de İzmit-Gölcük seferini yapan deniz otobüsünün terörist(ler)ce kaçırılması da gündemi tek başına işgal edemedi; geçmişin hayaleti güncelden daha fazla peşimizde.
Önce 10 Kasım dolayımında “Atatürk diktatör müydü?” sorusu eşliğinde bir tartışma başladı; ardından CHP’li bir milletvekilinin ‘Dersim İsyanı’ eksenli eleştirileri duyuldu; bu arada bir grup aydının Varlık Vergisi’nin açtığı yaraları kamuoyuyla paylaşmak için girişimde bulunduğunu öğrendik.
Atatürk 1938’de öldü, Dersim İsyanı 1937’de oldu, Varlık Vergisi ise 1942 tarihli bir uygulama...
Geçmişin hayaleti mi demiştim, ‘geçmişin hayaletleri’ diye düzeltiyorum...
Hemen her ülkenin muhabbetinin açılmasından fazlaca mutlu olmayacağı tarih sayfaları vardır. Yine de bir çok toplum geçmişiyle yüzleşmeyi, yanlışlarını kabul edip hesaplaşmayı becerebildi.
Biz bunu bir türlü başaramıyoruz. Ne zaman bu konular açılsa sanki ilk kez duyuyormuş gibi yapıyor, ideolojik tutumlarımıza göre ileri sürülen görüşlerin yanında veya karşısında saf tutuyoruz. Kimsenin aklına “Yahu bir de kitaplara bakalım”
demek gelmiyor.
Sorunumuz büyük çapta kitaplardan kaynaklanıyor da ondan... Başlığında ‘tarih’ sözcüğü bulunan, bir bölümü ders kitabı olarak hâlâ okutulan pek çok eser tek yanlı bilgilerle dolu. Nispeten yansız olanlar ilgi çekmiyor. Karşıt görüşleri yansıtan eserler ya yasak, ya da işledikleri konular ‘tabu’ muamelesi görüyor.
“Atatürk diktatör müydü?” tartışmasını ele alalım: İkinci bir partinin bulunmadığı, hemen bütün yönetim kademelerini aynı kişinin belirlediği, her seçimin eskinin muhaliflerinin temizlenmesine yaradığı bir dönemdi o dönem; ancak bu özellikler sadece Türkiye’ye özgü değildi. ‘Proleterya diktatörlüğü’ iddiasını taşıyan Sovyetler Birliği’nden sonra Avrupa’ya da tek-adam rejimleri hâkim olmaya başlamıştı.
‘Dersim’ ulus-devletleşme olma yolunda adımlar atan Türkiye Cumhuriyeti’nin en kritik hamlelerinden biriydi; o hamleyle Aleviler muhalif unsur olmaktan çıkarıldılar... Garip, ama gerçek: Muhalifler bahaneyle yok edildi ve muhalifleri ölesiye sevenler siyasi muhalefetten vazgeçtiler.
‘Varlık Vergisi’ Cumhuriyet’in bir başka başarılı hamlesiydi; amacı, rejime sadık yeni işadamları nesliyle eskinin mütegallibesinin yer değişmesini sağlamaktı... Şimdilerde de etkisini sürdüren ülke ekonomisine hakim kesim ‘Varlık Vergisi’ sonrasında ipleri ele geçirenlerden oluşuyor. Uygulamanın faşizmin Avrupa’da yükselişiyle aynı döneme rastlaması hem bir tesadüftü, hem de önemli bir fırsat... Mağdurların çoğu azınlık mesuplarıydı, bu bir gerçek; ancak ek vergi salınan ve ödeyemezse taş kırmaya Aşkale’ye gönderilenlerin arasında ‘devr-i sabık’ kalıntısı Türk işadamları da bulunuyordu.
Özetin özeti olarak sunduğum bu bilgiler aslında kitaplarda var. Yabancı tarihçilerin eserlerinde eskiden beri yazılıp duran gerçekler, yenilerde gözleri gerçeklerden başkasını görmeyen hakikat peşindeki yerli tarihçiler tarafından da ele alınıyor.
Peki ya bu tartışma neyin nesi?
Kemaleddin Kamu’nun Bingöl Çobanları şiirinden mısralar bu soruya cevap teşkil edebilir: “Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni / Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.