Bir münasebetsizin basın özgürlüğü notları...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sevenleri çok fazla. Cumartesi sabahı hastaneye yatmış, benim pazar akşamı geç saatte haberim oldu. Pazartesi herkes alarmdaydı. “Allah aşkına söyle, nesi varmış?” sorusuna muhatap oldum gün boyu. Bilebilecek durumdaki birinden “Operasyondan önce endişemiz vardı, bulgular endişeleri bütünüyle giderdi” cevabını aldım da rahatladım.
Sözün kısası şu: Korkacak bir şey yok. Allah izin verdiği sürece, daha uzun yıllar, günlük hayatımızın bir parçası olmaya devam edecek Tayyip Erdoğan... Bir süre dinlenecekmiş...
Politikacılar günlük hay huy içerisinde ayrıntıları gözden kaçırabiliyor. Gazeteleri okumaya da fırsatları olmuyor; en fazla yapabildikleri hazırlanan özetlere göz atmak...
Dinlenme, gazeteleri okuma fırsatı sağlayabilir.
Geçmişte önemli bir politikacıdan gazeteleri muntazaman okumanın siyasi hayatında oynadığı rolü dinlediğimde çok şaşırmıştım. Birkaç zaman kendisine getirilen kesiklerle idare etmeye çalışmış; “O dönemde güncel olaylarla ilgili aldığım kararların çoğu biraz da bu yüzden yanlış oldu” demişti bana. Sabah kalktığında ilk işi çalışma masası üzerine bırakılmış gazeteleri okumaktı; vakit bulamazsa makam aracında göz atardı.
Tayyip Erdoğan başbakan olduktan sonra makam aracında elinin altında bir demet gazeteyle görüntülenmişti de çok sevinmiştim. Sevincimin bir sebebi, tomarda en üsttekinin o zaman benim de yazdığım gazete oluşuydu.
Medyaya soğuk baktığı yolunda bir kanaat var Tayyip Erdoğan’ın; bunun yanlışlığına inanıyorum... Hatta gelmiş geçmiş başbakanlar arasında medyayı en fazla önemseyenin Tayyip Bey olduğu inancındayım. Geçen gün, bir dost, “Bir gazeteci kadar yakın” dediğinde iç sesim “Tamam bu” deyiverdi.
Kendisini ‘gazeteci’ yerine koyabiliyor Tayyip Bey ve sorunlar da bu yüzden çıkıyor. Gördüğü manzarayı beğenmiyor çünkü...
Hastaya “Gazete okusun” tavsiyesinde bulunmak münasebetsizliğini üstlenebildiğime göre, temennimi bir adım ileri götürsem herhalde fark etmez. Temennim şu: “Kendisini bu mesleğin bir mensubu olarak düşünsün ve ‘basın özgürlüğü’ konulu tartışmalara bir de gazeteci gözüyle baksın...”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Londra ziyaretini izleyen gazetecilerden Radikal yönetmeni Eyüp Can, evsahibi ülke başbakanı David Cameron ile ayak üzeri görüşmesini aksettiriyordu dün. Cameron pattadanak “Türkiye’de basının durumu ne?” diye sormuş misafir gazeteciye...
Şu sırada Türkiye ve Tayyip Erdoğan isimleri moda olduğu için dünyanın dört bir tarafında aynı sorun gündemde. Biraz da hayretle. Türkiye Ak Partili son on yıl içerisinde ‘hasta adam’ olmaktan uzaklaşıp ‘heybesi dolu’ örnek bir ülkeye dönüştü. Pek çokları bize gıptayla bakıyor, bazısı da bize bakıp hizaya geçiyor...
Tek aksayan nokta ‘basın özgürlüğü’ konusunda aldıkları duyumlar... İlk “Gazeteciliğin tehlikeli olduğu ülke” haberini sunuyor ‘Google’, ‘Turkey, press freedom” diye sorana... “Hapiste 68 gazeteci var” ve “IPI’dan basın özgürlüğü ödülü almış bir gazeteci yargılanıyor” bilgilerini de... Ödüllü bir yayıncıyla yakın zamana kadar Ak Parti’yle de çalışmış ‘profesör’ unvanlı bir bilim kadınının KCK davası kapsamında tutuklandığı bilgisini de...
Yabancılar şaşırıyor. Eyüp Can’ı bulduğunda ona soruyor, bulamazsa “Korkuyorum” diyenlere...
Ak Parti döneminde, Tayyip Erdoğan’ın yönlendirmesiyle gerçekleşen onca başarı böyle gölgeleniyor; başarısızlığından memnuniyet duyan birilerine gereksiz malzeme verilerek...
Hasta yatağında yatarken AİHM yargıcı Prof. Işıl Karakaş’ın “Türkiye ifade ve basın özgürlüğü konusunda sicili en kötü ülke” dediği TV programını izlemiş midir acaba?
Suçlandığı davada mahkum edilse bile cezası o kadar olur mu, bilemem; ama ‘gazeteci’ Mustafa Balbay da içeride 1000 gününü doldurdu.
Ne bileyim, dinlenme arası belki bu durumu da gözden geçirme fırsatı bulur Allah’tan âcil şifalar dilediğim Tayyip Bey...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.