Hz.Mevlana'yı nasıl andık?
Adı lazım değil, İstanbul'un hali vakti yerinde bir semtinin güzel bir kafesinde buluşuldu.
Üç kuşak... Anneanneler, anneler ve henüz anne olmuş genç kadınlar...
Birkaç saat sonra semtteki kültür merkezinde "Sema gösterisi" ve "Mevlana'yı anma" töreni vardı.
Oraya gidilecekti.
Çaylar, kahveler geldi. Konu hemen yemeye, içmeye, giyinmeye, "şıklığa" döndü.
Malum, günümüzde ne kadar şık olursanız olun, hep henüz ulaşılamamış bir üst şıklık mertebesi var ya, işte o büyük dertti!
Genç kadınların kollarına binlerce liralık çantalardan takmazlarsa huzura kavuşamadıklarından yakınıldı.
Gençler de her zamanki gibi "bizi anlamıyorsunuz" havalarını takındılar.
***
Kimin kızı kiminle işi pişirmiş; kimin oğlu hangi ülkede yüksek lisans yapıyormuş, kimin damadı hangi şirkette çalışıyormuş...
Bütün bu konular sıradan geçirildi.
Sonra mutsuzluk temasına geçilmişti ki, eski bir dost geldi masalarına...
"Düşünce gücü" alanında pek bilgili olduğu iddia edilen bu hanım hiç duraksamadan konuya daldı.
Mutsuz genç anneye dönüp "bak, böyle olmaz!" dedi ve şu sıralarda şehirde yükselen "residence"lardan birinin adını verip ekledi: "Orada oturacağım diye her gün yirmi defa yüksek sesle tekrarlayacaksın, orada yaşadığını hayal edeceksin!" Herkes kafasını salladı.
Bir ikisi "evet ya, iyi düşünürsen, iyi olur!" dediler.
"İyi" neyin nesidir; bu "residence"larda oturmakla ne bağlantısı olabilir?..
O noktaları kurcalayacak halleri yoktu, hem zaten aceleleri vardı, kalktılar.
***
Hz. Mevlana'yı anma töreninin yapılacağı salona geldiklerinde pahalı parfüm kokuları, L. Vuitton çantalar, Burberry pardösüler kalabalığı arasında kendilerine yer bulmakta zorlandılar.
Bir anda salonu şiddet dalgası kaplamıştı. Birbirlerini eziyorlardı. Öylesine ciddi bir koltuk kavgasıydı.
Çünkü herkes "sema"yı yakından izlemek istiyordu. "Sema gösterisi" lafında bile feci bir yanlışın çırılçıplak ortaya çıktığını; semanın asla seyirlik bir şey olamayacağını hiç düşünmemişlerdi!
Zaten hayatlarında sevdikleri ve hoş buldukları ne varsa, "seyirlik"ti!
Gösteriden önce kürsüye çıkan beyefendi Hz. Mevlana hakkında konuştu..
Herkes tok sesini ve rubaileri okuyuşunu çok beğendi ama sözlerinin içeriğini anlamak günün hedeflerine dahil değildi.
Semazenler dönmeye başladığında, modern Türkiye'nin pek çok okumuş yazmışı gibi, onlar da "vay canına nasıl dönüyorlar!" diye baktılar ve asıl soruyu sormadılar: "Mevleviler neden dönüyorlardı?"
***
Neyse...
Uzatmayacağım.
Elbette işin dedikodusunda değilim.
Bu her satırı gerçek hikâyeyi yüzümüzde alaycı tebessümler oluşsun diye yazıya dökmedim.
Nihayetinde hepimiz aynı popüler kültürün içinde debeleniyoruz.
Ama dedim ki...
Ortaya koyduğum bu "fotoğraf" vesilesiyle belki nerede yanlış yaptığımızı son kez gözden geçirebiliriz.
Hani bana kalsa, mümkün olsa...
Mevlana'yla popüler kültür arasında açılan kapıyı bir süreliğine kapatırım. O kadar net!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.