Devletin meşruiyeti
Geçmişte Yunanistanda yaşanan orman yangınlarıyla ilgili eski Başbakan Mesut Yılmazın açıklamaları devletin gerek gördüğünde ne ölçüde kuralları esnetebileceği tartışmasını yeniden gündeme getirdi. Mesut Yılmaz yanlış anlaşıldığını, aslında Türkiyede çıkan yangınlarda Yunanistanın sorumluluğu olup olmadığını tartıştığını söyledi. Ancak aynı dönem Türkiyenin kendi içindeki sorunlarda bile devletin kural dışına kolayca çıkabildiği bir zaman dilimi olduğundan soru işaretleri devam ediyor. Aslında temel soru da Kürt meselesi gibi Türkiyenin yumuşak karnını oluşturan bir sorunda, hukuk devletinin ne ölçüde esnetilebileceği oldu.
***
Türkiye, kendi bekası ile ilgili gördüğü konularda kuralların kendisine ayak bağı olmasından hoşlanmadığını defalarca gösterdi. Kürt meselesi gibi kritik bir sorunla karşılaşınca devleti yönetenlerin kendilerini kısıtlamak istememeleri devlet geleneğimizin doğal bir sonucu oldu. Bizde sorunların vahameti her zaman devleti yönetenlerin sınırları zorlaması için iyi bir gerekçe oluşturdu. Güneydoğudaki silahlı çatışma ve bölünme korkusu rutin dışına çıkma diye veciz bir şekilde ifade edilen uygulamaların önünü açtı. Ancak bu uygulamalar amaçlanan yönün tam tersi istikamette bir dinamiği harekete geçirdi. Silahlı mukavemeti kırmak isteyen devlet güçlerinin ayrım gözetmeden uyguladığı karşı şiddet Kürt milliyetçiliğini körükledi ve PKKnın siyasal tabanı hayal bile edemeyeceği kadar genişledi. Devlet ayrıca koruculuk uygulamasıyla bölgede kendisine bağlı milis güçleri oluşturmaya çalışarak kendi meşruiyetini iyiden iyiye sıkıntıya soktu. Hem bölgede vatandaşın kendini koruması gibi devlet mantığına tamamen aykırı bir yapı oluştu hem de koruculuğun kapsamı dışında kalan gruplar için PKK ile dayanışmaya gitmek kaçınılmaz hale geldi. Zaten korucuların devlete bağlılığı da konjonktüre bağlıydı ve kolaylıkla taraf değiştirebildiler.
Devletin kendini korumak amacıyla kuralsızlığı metot olarak benimsemesi nihai noktada onu çatışan bir taraf statüsüne aldı. Dolayısıyla devletin halkın desteğini sağlayabilmek için dayanacağı en sağlam dayanak, yani onun halkın gözünde meşru tek silahlı güç olması özelliği ortadan kalktı. Zaten gerilla savaşının temel amacı da hiçbir zaman devletin silahlı güçlerinin imhası olmadı; böyle bir güce ulaşması da mümkün değildi. Amaç devlet güçlerinin karşı şiddetini kışkırtarak, onu halkın gözünde meşru kılan hukuka bağlılık ilkesinin gözardı edilmesiydi. Türkiye özellikle 1990lı yıllarda bu tuzağa şaşılacak kadar kolayca düştü. Devlet karşısındaki silahlı direnişi bastırdığını düşündüğü ve kendisini en güçlü hissettiği anda bile aslında siyasal amaçlara ulaşma anlamında çok zayıf bir duruma düşmüştü. Uzun vadede bu mücadelenin kaderini belirleyecek halk desteği büyük ölçüde erozyona uğramıştı.
Söylemek istediğim devletin kendi bekasıyla ilgili gördüğü konularda hukuk devleti ilkelerini dikkate alması sadece ahlaki bir kaygıdan kaynaklanmamalıdır. Bu kurallar bizzat devletin varlığına meşruiyet sağladığı için önemlidir ve uygulanan politikaların başarısı açısından da belirleyicidir. Sorunların alevlendiği bu gündemde bunu hatırlamakta yarar var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.