Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Niye mutsuzsun birader?

Niye mutsuzsun birader?

Prof. Dr. Mehmet Özcan, “Terörün Matruşkası: KCK” diye bir kitap yazdı.

Kitabı henüz görmedim. Hakkında yazılan yazıları ve yazarıyla yapılan röportajları okudum.

Özcan, aynı zamanda Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi... Öteden beri bu meselelere (özellikle terör ve PKK meselesine) kafa yoran bir isim.

Kitabın bütünü hakkında malumat sahibi değilim ama özellikle iki alıntı (iki tanıklık) ilgimi çekti.

Birincisi, BDP milletvekili Aysel Tuğluk’un sözleri.

Diyor ki Tuğluk: “ÖCALAN/KCK/PKK/DTK birlikteliğinden bahsetmek, herkesin bildiği bir sırrı ifşa etmekten başka bir anlama gelmeyecektir. ÖCALAN ne kadar BDP’nin içindeyse BDP de bir o kadar DTK’nın hatta KCK’nın içindedir.”

İkinci söz, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a ait: “KCK operasyonları adı altında parti meclisi üyemiz, belediye başkanımız, bütün parti çalışanlarımız tutuklanıyor. KCK buysa KCK genel başkanı ben oluyorum.”
Demirtaş’ın sözlerini, KCK operasyonlarına tepki olarak değerlendirebiliriz. Nitekim, BDP’de siyaset yapan çok sayıda ismin KCK soruşturması çerçevesinde tutuklanması, benzer tepkilere yol açtı. Yani, Demirtaş’ın sözleri, burada, itiraf değeri kazanmıyor.

Fakat, Tuğluk’un sözleriyle (itiraflarıyla) paralel bir okumaya tabi tuttuğumuzda, Demirtaş da (zımnen) aynı şeyleri söylemiş oluyor: PKK aynı zamanda KCK, DTK ve BDP’dir... BDP de PKK’nın bir alt birimi, bir cüzü, bir parçasıdır.

Bu beyandan ne çıkar?

Esasında bir şey çıkmaz. Legal ya da illegal, bu örgütler arasındaki içiçelikten ya da birliktelikten söz etmek, Aysel Tuğluk’un da altını çizdiği gibi, “herkesin bildiği bir sırrı ifşa etmekten” öte bir anlam taşımayacaktır.

Burada bizi, hususen, “meşru siyasete” yönelen, yöneldiğini söyleyen BDP ilgilendiriyor. Ki, bir “temsil”den geldiği için, kulak vermemiz gereken tek ve yetkili organ yerine geçiyor.

Kulak veriyoruz ama büyük bir hayal kırıklığına uğruyoruz.

BDP, meşru siyasete yönelmiş bir parti gibi davranmıyor.

BDP politika üretmiyor.
BDP bizi çözüme götürecek yeni ve orijinal şeyler söylemiyor.

Bildik ve ezbere alınmış tekrarlarla birlikte, “söylediği” ve “yaptığı” iki şey var:

Birincisi, muhatap olarak sürekli İmralı’yı ve Kandil’i gösteriyor. Bir şey söylemesi ya da tavır koyması icap ettiğinde de, yine Kandil’den ve İmralı’dan gelecek “sufleyi” bekliyor.

İkincisi, şiddete mazeret üretiyor...

Hem şiddete mazeret üretiyor, hem de moda ifadesiyle “şiddetle arasına mesafe koymuyor.”

Denilebilirse, BDP’nin varoluş gayesi ve biricik mesaisi, PKK’dan kaynaklanan saldırıları ve terör eylemlerini gerekçelendirmek, Kürt kamuoyunu bu “gerekçe” etrafında siyasal pozisyon almaya çağırmak, hatta (PKK’nın varlığını hatırlatarak) zorlamak...

Hep söyleriz ya, “Kürt meselesi güvenlikçi politikalarla değil, ancak ve sadece demokratikleşmeyle çözülür” diye.

BDP’nin (yedeğine aldığı “sol”larla birlikte) varlığı, demokratikleşme önünde de ciddi bir blokaj oluşturuyor.

Koskoca 28 Şubat sürecini eylemsizlikle geçiren ve tek kurşun bile atmayan PKK, neden yarım yamalak da olsa birtakım demokratik adımların atıldığı bu süreci akamete uğratmaya çalışır?

BDP neden yapılan olumlu işleri (Olağanüstü Hal’in kaldırılması, Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçenin “yasak dil” olmaktan çıkarılması, Kürtçe neşriyata izin verilmesi, vs...) derin bir mutsuzlukla karşılar?

Daha çok demokrasi, daha az vesayet olacağı ve PKK’yı “belirleyici aktör” olmaktan çıkaracağı için mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi