Osmanlı mülkünü batıcılık belası batırmıştır
Batıcılıkla çağdaşlığı Tanzimat ve Meşrutiyet Paşaları birbirine karıştırmış önceleri. Ancak Gardırop Atatürkçülüğünü bize çağdaşlık diye, hem de iyiden iyiye sokuşturan Milli Şef ve bürokratlarıdır. Her şeyden önce sundukları kalkınma reçeteleri yaratıcı ve özgün değil, batıdan alıntı kopyalardır. Aslına bakarsanız batıyı da pek anlayamamış Tanzimat paşaları da Milli Şefin memurları da. Batılı bir ülke için kalkınmak sanayileşmek demek; batılılaşmak gibi bir sorunu yok çünkü! Cumhuriyet kuşaklarının ağlatısı Atatürkten sonra başlar. Müdafaa-i hukuk anlayışının içinden milliyetçiliği alıp kozmopolit bir batılaşmayı Ankaranın bozkırına taşıyan, Cumhuriyetin resmi duruşuna dönüştüren Milli Şefçilerdir. Bunlar çağdaşı yakalamakla batıya öykünmeyi birbirine karıştırınca sinema, roman, gazete, radyo üzerinden batı bir harikalar diyarı olarak sunulur millete. Batılılaşma yoluna halı döşeyenler aydın bürokratlardır. Bizi çağdaşlaşmaya taşıması gereken ekonomik ve toplumsal kılavuzlar ya mahpus damındadır ya da ağızlarını açamazlar, kendilerinin ve ailelerinin başına neler gelebileceğini kestirdiklerinden.
Bu aydın bürokratlar için herşey doğuda kötü batıda iyidir. Oysa Japon ne geleneklerini, ne inançlarını ne yaşam biçimini değiştirmiş, beyninde iki atom bombası patlamış olmasına karşın, ekonomik ve teknolojik gelişme sürecini kendi yapısında yaratarak batıyı yakalamış. Biz hababam batı müziği dinliyor, çeviri roman okuyor, batılı gibi giyiniyor ama bir türlü batılı olamıyorduk yıllar yılı. Adam Japon gibi giyiniyor, yazıyor, yaşıyor, ölüyor ve de batıyı kimi alanlarda solluyordu! Yahu bizim yaptığımızı Afrikadaki eski Fransız ve İngiliz sömürgeleri de yapmış; onlar da batılı olamamıştı; biz mi olacaktık!
Tanzimattan bu yana bizim sözde aydınımız, var olan koskoca bir geçmişimize sövüp saymakta. Bunlar aydın maydın değil düpedüz cahil aslında. Örneğin bizim klasiklerimiz olmadığını söyleyecek kadar bu topraklardan kopmuş. Yani Yunus Emre yok, Baki, Nedim, koskoca divan edebiyatı, klasik Türk musikisi ve daha kimler kimler yok ama Bach, Chopin var! Leonardo dururken Koca Sinan da kimmiş!!
Devlet Tiyatrosu İngiltereye Hamlet ile Macbethi göndermişti yıllar önce; İngilize Shakespearei öğretsin diye herhalde! Biraz Karagöz, azıcık kavuklu pişekarla İngilize kendi kültürümüzü sergileyeceğimizi böylece de cağdaşı yakalayacağımızı, batı öykünmeciliğinin bir boka yaramadığını kimseye anlatamamıştık! Çin yüzlerce yıllık operaları, Kazaklar eski baleleriyle ortalığı kırıp geçiredursun, Japon on yedinci yüzyıldan kalma Kabuki halk tiyatrosunu sergileyip bütün dünyada ayakta alkışlansın, sen İngilize Türkçe, Shakespeare oyna!!
Hem baksanıza yarı aydın tayfası, batılı diye bir adam da yok. Fransız İngilize, Alman Fransıza benziyor mu!! Dinimiz, dilimiz, nerden geldiğimiz belli. Yarım yamalak bir yabancı dil belleyip bir yabancı uygarlığın kuyruğuna hiçbir zaman eklenmeyeceğiz, siz bir tarafınızı ne kadar yırtarsanız yırtın!
(Meraklısına Not: Okumak İçin Niyazi Berkes, Atilla İlhan, Cemil Meriç, Kemal Tahir...)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.