Ahmet Ümit'li, Orhan Pamuk'lu güzel günler...
Rahmetli Vehbi Koç'u sık sık hatırlıyorum.
İyimser görünmenin Türk toplumunda pek hoş karşılanmadığını çok iyi bilirdi. Endişeli görüntüsünü korumak için de her durumu değerlendirirdi.
İstinye'deki evinde bir gün baktım, alt dudağını sarkıtmış, müthiş karamsar bir görüntü vermekte.
Sordum,
- Vehbi Bey, ne oldu, bir felaket haberi mi aldınız?
Beni bir nevi tersledi,
- Mehmet Bey görmüyor musun?.. Mayıs geldi hâlâ yağmur yok. Bu sene mahsul durumu çok kötü olacak?
Bir başka gün de "32 sayılı kararla konvertibiliteye geçtik, şimdi halk bankalara saldırıp döviz rezervlerini yağmalayacak" diye dertlenmişti.
Ben iyimserlerdenim
"Devlet adamı-İşadamı" kimliğine sahip olmak, galiba böyle bir şey... Kendi işlerin iyi gitse bile, yağmayan yağmurdan ötürü uykuyu kaçırmak anlamına gelir bu konum.
Bana gelince...
Ben şifa bulmaz iyimserlerdenim.
Bu iyimserliğimi pekiştirecek nedenler de her dönemde beni bulurlar.
Geçen hafta yaşadığım iki olay bunlara örnektir.
Bunlardan birincisini Şişli'de Hanımefendi Sokak'taki bir tören dolayısıyla yaşadım.
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Ahmet Ümit'in son romanı "Sultanı Öldürmek"in yayımlanmasını kutlamak için bu sokağı halılarla döşetmiş, romanı tanıtan afişlerle donatmıştı çevreyi.
Edebiyat artık sokakta
Roman Hanımefendi Sokak'taki bir apartmanın katında işlenen cinayetle başlıyordu...
Sokağı benim gibi Ahmet Ümit'in okurları ve Selim İleri, Ayşe Kulin, Buket Uzuner gibi edebiyatçılar doldurmuştuk..
Bir roman için sokak töreni yapılan bir ülkede yaşamak benim iyimserliğimi pekiştirmişti.
Bu iyimserliğimi Nevizade'deki İmroz'da, başta Ahmet Ümit olmak üzere Gaziantepli hemşerilerimle ve Okan Üniversitesi'nin Antepli öğretim üyeleriyle birlikte olarak daha da tırmandırdım.
Bir başka iyimserlik kaynağım da, Orhan Pamuk'un "Masumiyet Müzesi" dolayısıyla ve bu önemli ve değerli edebiyat adamının anlatımları ile farkına vardığım yeni ufuklar üzerindeki sohbetimiz oldu.
İnsan ve eşya ilişkisi
Orhan Pamuk roman kahramanlarının kullandıkları ve tükettikleri eşyaları müzede sergileyerek insan ile eşya arasındaki o sihirli ilişkiyi somutlaştırmıştı.
Pamuk NTV'deki programda "Romanda insan ve ilişkileri zaman, resimde ise mekân boyutunda gelişir" derken, ben Broadway'de izlediğim ve empresyonist ressam George Seurat'ın bir tablosunun tiyatroya aktarıldığı "Sunday in the Park with George" oyununu hatırladım.
Perde açıldığında tabloyu üç boyutlu olarak sahnede görüyordunuz. Ve sonra tablodaki insanlar canlanarak yaşamlarına başlıyorlardı.
Orhan Pamuk romandaki eşyalarla romanı somutlaştırmıştı.
Stephen Sondheim ise, Seurat'ın bir tablosunu tiyatrolaştırmıştı.
Ne dersiniz sayın okurlarım? Böyle şeyleri yaşamak, okumak, tartışmak insanı iyimser kılmaz mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.