Fenerbahçe
Çocukluğumda Can Bartulu, Datculu, Ziya Şengüllü, Nunweillerli, Ogün Altırpamaklı Fenerbahçeye uzak bir hayranlıkla bakardım.
Birinci takımım üçüncü kümede varolma mücadelesi veren Malatyaspordu ama kentteki Fenerbahçe hâkimiyetine inat, daha mütevazı bir takım görüntüsü çizen Beşiktaşa sempati duyardım.
Taraftarlık, bazen, bir inatlaşmadır...
Muarız üretmektir...
Muarızlara göre pozisyon belirlemektir...
Benim Beşiktaşlılığımın altında, muhtemeldir ki, genelgeçer olana, çabuk meyledilene, kolayca sevilebilene duyduğum tepkinin payı vardır... Büyük çoğunluğun (hatta neredeyse herkesin) Fenerbahçeli olduğu bir rekabet dünyasında, farklı olana meyletmek, bazen varoluşun altını kalın kalemle çizmek anlamına gelir... (Bu satırlar fazla Haşmet Babaoğlu kokuyor ama idare edin ardık... Haşmet sen de idare et...)
İddialı konuşmak istemem...
Beşiktaş büyük takım...
Beşiktaşlılığın sunduğu hazlar daha da büyük.
Bir kıyı (ve kenar) takımı olarak Beşiktaş, taraftarlarına, hemen fark edilebilir bir varolma ve kendini gösterme imkânı sunuyor. Az bulunur olmanın hazlarını yaşatıyor.
İyi bir Beşiktaşlı olduğumu düşünüyorum...
Birinci takımımla mücadelelerinde bile, gönlüm hep siyah-beyazdan yana oldu.
Bir de ironi...
Kendimle dalga geçmenin yollarından biri de, takımımın muhteşem son saniye mağlubiyetlerini (üç dakikada üç gol mesela) düşünmek, konuşmak, geyiğini yapmak, bu konudaki rakip taarruzları karşılamaya çalışmak olmuştur.
Beşiktaşlıysanız, hayata da hep ironik bir mesafeden bakıyorsunuz.
Sizi taraftarlığın ve fanatizmin ağır yükü değil, bir yere yahut bir şeye ait olmanın hazzı belirlemeye başlıyor.
Bir anlamda kurtuluyorsunuz...
Diyeceksiniz ki, Hadi lan, sanki fanatizmin kör ettiği Beşiktaşlı görmedik hiç...
Haklı olabilirsiniz...
Ben kendi Beşiktaşlılığımın ontolojisini yapıyorum... Tanıdığım Beşiktaşlıların çoğu da böyle düşünüyor.
Peki, başlığı Fenerbahçe olan bir yazıda Beşiktaş güzellemesi de ne oluyor?
Şu oluyor:
Cumartesi günü bir maç izledim.
Daha doğrusu, cumartesi günü oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının ikinci yarısına yetişebildim ve kendi açımdan keyifli bir 45 dakika geçirdim.
Kazanan takım kupayı kaldıracaktı.
Kim kazansa, hak etmiş olacaktı.
Beraberlik bozulmadı ve potadaki iki takımdan biri, yani ilk turnuvayı lider tamamlayan Galatasaray şampiyonluk kupasını kaldırdı.
Fenerbahçe onur mücadelesi veriyordu, şampiyon olamasa da bu mücadeleden galip çıktı ve alkışı hak etti.
Burada bitmeliydi.
Burada bitmediği için, yazının başlığını Fenerbahçe koydum.
Kim nereye çekerse çeksin, Kadıköydeki arbedeyi gördükten sonra artık galiba futbol izlemekten keyif almıyorum... Laikliğin son kalesi Fenerbahçe muhabbetinden hoşlanmıyorum... Ekranlardaki gürültülü futbol programlarına tahammül edemiyorum... İçinde şike, Aziz Yıldırım, Rıdvan Dilmen geçen laflar duymak istemiyorum...
Fenerbahçe bir siyasi aidiyetin adı olacaksa, kurulmakta olan yeni düzene karşı bir direniş hattı sayılacaksa, üstelik bu durum aklı başında taraftarlarca köpürtülecekse, lanet olsun böyle futbol düzenine...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.