Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Cemaat

Cemaat

Ne zaman o kanalı açsam, Ayşenur abla ve konuklarını, “Silivri’deki tutsak arkadaşlara” (ifade kendilerine aittir) el sallarken görüyorum.

Denilebilirse, “medya mahallesinin Ayşenur ablası”, sadece ve ısrarla aynı konuyu işlemek için gazetecilik yapıyor... Başka bir gündemi, başka bir mesaisi, başka bir derdi yok.

Bir gazeteci, meslektaşları için kaygılanabilir...

Bu kaygısını dışlaştırabilir...

Konuyu köşesine, programına, etkin olduğu mecralara taşıyabilir...

Bu, doğal ve olması gereken bir mesaidir...

Fakat, mesaisini bir tek konuya hasrederse, adeta o konunun militanı kesilirse, fikri takip melekelerini bir tek alanda işletirse, orada gazeteciliği de zorlayan bir çaba aranır.

Ben bu “çaba”yı, bir yere ait olma duygusuyla açıklıyorum.

Bazı meslektaşlarımızın (hususen Ayşenur ablanın) “gazeteciliklerini” bir yere, bir odağa, bir düşünceye, bir “izm”e ait olma duygusu belirliyor...

Hayır, elbette suç ve ayıp değil...

Bu duyguyla kalkışıyorlar yazı ve yorumlara... Bu duygu temelinde türetilmiş “muarızlarla” savaşıyorlar... Düşüncelerini bu duygunun meşrulaştırdığı alan içinde (bu alanın “masuniyeti”çerçevesinde) dile getiriyorlar ve elbette öncelikle kendi alanlarını tahkim ediyorlar.

Bu “kendi alanını tahkim çabasına” normal ülkelerde ne ad verilir bilmiyorum ama bizde “gazetecilik” diyorlar.

Bu durumu tersinden de doğrulamak mümkün...

Bir bölük gazeteci (ve yayın mecrası), bugün, “yandaş” suçlamasına muhatap... Bu gazeteciler de, tıpkı Ayşenur abla ve konukları gibi, bir yere, bir odağa, bir düşünceye, bir dünya görüşüne ait olma duygusuyla kalkışıyorlar mesaiye ve kendileri açısından meşru bir iş yapıyorlar...

Meşrudur da...

Demek ki, bir yere yahut bir düşünceye ait olma durumu, tek yanlı işleyen bir mekanizma değilmiş.

Peki, yazıya başlık olarak seçtiğim “cemaat” sözcüğü, bu yazıda nereye oturuyor?

Şuraya oturuyor:

Bazı meslektaşlarımız (buna Ayşenur abla ve konukları da dahil) son zamanlarda bir “hassa”(!) geliştirdiler:

Memleketteki olumsuzlukları (hususen “mağduriyete” dönüşmüş tutuklulukları) kapalı bir “yapı”ya yıkarak, buradan türeyen “anti” söylemi bir tür “siyaset diline” dönüştürmek...

İlginçtir, son zamanlarda bu konunun uzmanları da türedi.

Bu “uzmanlar”, sadece Ayşenur ablanın programlarında sahne alıyorlar ve siyaseten sıkıntılı ne kadar mesele varsa, bu yapıyı mihver alarak açıklamaya çalışıyorlar.

Söylenenlerde haklılık payı da olabilir.

Esasında incelemeyi, üzerinde yorum yapmayı, derinlemesine tetkik etmeyi gerektiren yapılar vardır ve bazı “durumları” ancak ve sadece bu yapıları mihver alarak açıklayabiliriz.

Fakat, “militarizm” söz konusu olunca kendi içine kapanan ve cemaat özelliği gösteren meslektaşlarımızın, “cemaat” başlığı altında söylediklerini ne kadar ciddiye alabiliriz?

Dahası, söylenenler ne kadar hakkaniyete uygundur?

Elbette ciddiye almıyoruz...

Ergenekon soruşturmasından başlayarak, sair soruşturma ve davalarda hep aynı “itirazcı” tavrı takınan, soruşturmaların altını boşaltmak için her türlü melaneti sergileyen, ortaya çıkardıkları “cemaat” görüntüsüne aldırmadan, türettikleri muarızları “cemaat” etiketi altında itibarsızlaştırmaya çalışan medya klanını niçin ciddiye alalım?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi