Uluderedeki odun ve Sanemin babası
Uluderenin, Muğlalı hadisesiyle benzerlikleri vehmedilse de, bir katliam olduğunu, kazaen de meydana gelse, bir kastın ürünü de olsa, olayın derhal aydınlatılması gerektiğini yazmıştım.
Hem de defalarca konuşmuştum...
İddiaların (işin içinde bir kasıt bulunabileceğine ilişkin iddiaların) tatmin edici olduğunu, karşı iddia sadedinde söylenenlerin beni kesmediğini de ilave etmiştim.
Doğrusu, Uludere meselesinin ilerleyen vadede bir rüşt ispat etme fırsatı (daha doğrusu sınavı) olarak karşıma çıkarılabileceğini düşünmemiştim bile.
Kendi açımdan (kuşkularım ve sorularımla birlikte), bu konuyu Hata mı, sabotaj mı, Muğlalı sendromu mu? başlıklı yazımda bağladığımı düşünüyordum.
Bir okurum, Sizden derinlemesine bir Uludere yazısı bekliyoruz deyince aydım.
Benden derinlemesine yazı bekleyen okuruma, Elimde, konu hakkında derinlemesine yorum yapacak, en azından failleri ortaya çıkaracak evsafta bilgiler bulunmuyor, yazacaklarım spekülasyondan öte gitmez dışında, söyleyebileceğim fazla bir şey yok.
Düşüncem şu:
Uludere üzerinden, Türkiyenin darbelerle ve terörle mücadele kararlılığı cezalandırılmak istendi; başta yeni MGK düzeni olmak üzere, hükümet ve MİTMüsteşarı hedefe konuldu.
Bunlar benim zannım.
Bu zannı doğrulayacak bilgilere sahip değilim.
Fakat şunu açıkça ve samimiyetle ifade ederim.
İster hata olsun, ister kasıt olsun... Uluderede korkunç bir cinayet işlenmiştir.
Bunun teknik sorumluluğunu Genelkurmay Başkanlığı, hukuki ve siyasi sorumluluğunu da icra organı taşımaktadır...
Dolayısıyla, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahinin Onlar kaçakçıydı, zaten suç işliyorlardı sözleri de, hangi saikle söylenmiş olursa olsun, yanlıştır ve bu sorumluluğu katlamaktadır.
Bitti...
Benden derinlemesine yorum bekleyen okurum, bir de ihbarda (!) bulunuyordu. Kendince ironi yaparak Uludereyi yazamayacağımı, ama Sayın Başbakanımıza (ifade kendisine aittir) Recep ve sen diyen Manav İsmail hakkında bir tahlil attıracağımı söylüyordu. Çünkü, Uludereden çok, bu konularda hassasmışım.
Demek ki, benim gibi yandaş tesmiye olunanlar Uludere konusundan uzak durdukça, muarızlara hakaret etme ve aşağılama fırsatı, hatta hakkı doğuyor.
Peki, hakaret ve aşağılama, ötekinin davranışına göre elde edilen bir hak mı?
Dahası, böyle bir hak olabilir mi?
Bu cümleden olarak, İçişleri Bakanı Şahinin fotoğrafı yerine odun resmi koyan Taraf gazetesini ve saygıdeğer kalem Ahmet Altanı, bu hak çerçevesinde mi değerlendirmemiz gerekecek?
Uludere meselesi masada kaldığı sürece, küfür ve aşağılamalar katlanarak devam mı edecek!
Bu mu?
Saygıdeğer kalem Ahmet Altanın kızı Sanem Altan, bir televizyon konuşmasında, Babamla ilgili bir şey söylendiğinde çok inciniyorum demişti.
Nasıl naif, nasıl samimi, nasıl içten bir açıklamaydı... Babalar zayıf ve kırılgan yanımızdır. Onlara yönelik şiddetten, gereğinden fazla inciniriz.
Herkes için böyledir...
Sümeyye Erdoğan için de böyledir.
Uluderedeki kızlar için de böyledir...
Kazık kadar adamlar için de böyledir.
Peki, babası hakkındaki sözlerden incinip teessüre kapılan Sanem Altan, bizzat babasının incittiği kızlar için de empati yapmayı düşünür mü?
Babası maalesef bu duygudan çok uzak... Sefil, zavallı, garson yamağı, zorda olan sensin aslanım diyerek, başka babaların kızlarını çok üzmüştü.
Eminim ki, Uluderedeki odun yakıştırması da, başka kızlarda benzeri bir teessüre yol açacaktır.
HAMİŞ: Sanem Altanın babası, aynı zamanda, Fethullah Gülen hocaefendiyi sırat köprüsünde sırtında taşıyacağını söyleyen, Başbakan Erdoğanı kof kabadayı diye aşağılayan bir babadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.