İşte övüyorum
Ruh hastası değiliz... Takıntılı değiliz... Sırf kıllık olsun için yazıya kalkışmıyoruz... Mahsustan sinir uçlarıyla oynamıyoruz...
Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştiren çok yazı yazdım.
Eleştirilerin odağında, Kemal Bey’in “yeni CHP” iddiasıyla bağdaşmayan politikaları ve üslubu yer alıyordu.
Bir de sol...
Israrla “sosyal demokrat” bir parti olduğunu söyleyen CHP’nin, niçin solcu ve sosyal demokrat bir parti olmadığını, Kemal Kılıçdaroğlu’nun niçin bu iddiaya uygun bir genel başkan “sayılmayacağını” yazıyordum.
Hâlâ aynı görüşteyim...
Muhalefet etmesi gereken kalemlerde, önceliği muarızı AK Parti’ye kaptıran, politika üretmek yerine artık bir karşılığı bulunmayan “rejimi ve cumhuriyeti koruma” refleksine saplanan CHP solcu ve sosyal demokrat bir parti değildir.
Bir devlet partisidir...
Politikalarını, devleti koruma önceliği belirlemektedir.
İsmindeki “halk” sözcüğü de, sadece süs değeri taşımaktadır. Çünkü CHP, halkın partisi de değildir... Belli bir azınlığın ve bürokrat sınıfın partisidir... “Halk” adı verilen kara kalabalıkların inanç ve değer tercihleriyle kavgalı bir parti, hiç halkın partisi olabilir mi?
Hep bunları yazdım ve CHP söz konusu olduğunda, korkarım bir süre daha aynı şeyleri yazmak zorunda kalacağım.
Elbette Kemal Bey’in genel başkanlığıyla birlikte, bir şeyler “değişir gibi” oldu.
En azından partiyi geçmiş icraatları konusunda “nadim” bir tutum içinde gördük...
Mütereddit ifadelerle de olsa “tek parti dönemiyle” ödeşen açıklamalar yaptılar, 27 Mayıs’ın bir “devrim” olduğu konusunda ısrarcı davranmadılar, Sabahattin
Ali’nin düpedüz CHP tarafından ortadan kaldırıldığını söylediler, “başörtüsü düşmanlığı” yapmadılar, “irtica” söyleminden vazgeçtiler yahut bunu azalttılar...
Bu “olumlu” fotoğraf, zaman zaman, “Silivri” konusundaki çıkışlarıyla gölgelense de, CHP’yi eskisine göre temel bir değişiklik içinde gördük. Bu değişikliği, elbette, Kemal Bey’in cesaretine borçluyuz.
Fakat, Kemal Bey’deki sorun şuydu:
Bu cesareti sürekli kılamadı, yani kurumsallaştıramadı. Çevreye, statükoya, seçmen baskısına ve “CHP tarihine” boyun eğdi.
Bir de üslup demiştim.
Kemal Bey naif bir adam... İstese de, kendisini belirleyen (oluşturan) hassaların dışına çıkamaz(dı).
Fakat çıktı...
Siyasette var olmanın yolunun başka tavırları, başka üslupları, başka siyasetleri temellük etmekten geçtiğine inandığı yahut inandırıldığı için, birden kendisini, üstten bakan, aşağılayan, tahkir eden, nafile espri çabalarıyla baş ağrılarına yol açan bir “eski zaman siyasetçisine” dönüştürdü.
Kendisi olmayı başardığında kazanacaktı ama o kaybetmeyi tercih etti.
Sürgit böyle mi devam edecekti?
Böyle devam edemeyeceğini nihayet anlamış olacak ki, tavrını ve üslubunu değiştirmek zorunda kaldı.
İyi ki de böyle yaptı...
Bugün CHP’nin tarihsel “inkâr politikaları” sonucu büyüyüp devasa bir problem olarak karşımıza çıkan Kürt meselesi, ancak ve sadece yapıcı katkılarla çözüm rotasına sokulabilirdi. Kemal Bey’in çıkışı (çözüm iradesi göstermesi), buna yönelik önemli bir katkıdır. Ve sonuç, hem Türkiye’ye, hem Kemal Bey’in kendisine, hem de partisine kazandıracaktır.
Hani, “Hep çakıyorsun... Hiç mi övülecek bir tarafı yok bu adamın?” diyorsunuz ya...
İşte övüyorum.
Kürt meselesinin halli konusunda mesafe alabilirsek, bunu bir ölçüde Kemal Bey’e borçlu olacağız...
Böyle devam etmesi CHP’yi gerçek bir parti, Kemal Bey’i de gerçek bir lider haline getirecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.