Sivil Din Eğitim ve Öğretimi
"Din eğitimi sivil topluma bırakılsın, devlet bu işe karışmasın, aksi halde ideolojiye alet ve istismar ediliyor" şeklindeki şikayet ve talebin önemli gerekçesi, "din eğitim ve öğretiminin sıhhatli, amacına uygun, dindarların ihtiyaçlarına cevap verecek mahiyette olmasının gerekliliği"dir.
Çok detaya dalmadan sivil din eğitim ve öğretiminin geçmişine bir bakalım:
Fıkıh (din) alimleri başta, "imamlık, müezzinlik, iftâ, din eğitim ve öğretimi...nin" birer ibadet olduğunu, bu işlerin Allah rızası için yapılması gerektiğini ve ücret almanın caiz olmadığını açıkladılar. Cihad, din eğitimi, cami hizmetleri, devlet memurluğu gibi işleri yürütenlerin geçimleri devlet tarafından sağlanıyordu; bu sebeple kendilerini din eğitimine adamış kimseler geçim derdi çekmiyorlar, öğrencilerinden de ücret almıyorlardı. Devletin maliyesi değişip gider kalemlerinden din eğitimi hizmetini yürütenlerin geçimliği kesilince eğitimciler ihtiyaç içine düştüler, maişet temini için başka işlerle meşgul oldular, din eğitimi ve cami hizmetleri aksadı. Bu durumu gören din alimleri "zaruret sebebiyle" bu hizmetlerden ücret almanın caiz olduğu hükmünü benimsediler. Bundan sonra ibadet sayılan hizmetleri yürütenlerin ücretleri ya devlet, ya bazı devletliler ve zenginler, ya vakıflar veya hizmeti alan şahıslar (öğrenciler, cami cemaati...) tarafından ödenir oldu.
Eğer bu şekilde yürütülen din eğitim ve öğretimine "sivil" deniyorsa ve bu eğitime siyaset, ideoloji, menfaat, mensubiyet taassubu... karışmadığı sanılıyorsa önemli bir yanılgı söz konusudur. Bu ödemeleri yapan her kim ve kimseler ise onların maddi veya manevi menfaat ve tercihleri daima devreye girmiş ve eğitimi etkilemiştir.
Konuya açıklık getirecek bir fıkrayı anlatmanın tam zamanıdır:
Bir köye yeni bir imam gidiyor (eski ifade ile tutuluyor). Köyün iki önemli (ödeme yapan) ağası var, biri, Fatiha'da geçen bir kelimenin "dâllîn" şeklinde, diğeri ise "zâllîn" şeklinde okunmasından yana. İmam düşünüyor, birini tercih etse diğerini isteyen ağa ücreti kesecek, formülü buluyor ve "velezdâllîn" diye okuyor.
Bazı vakıflar müderrislerin belli bir mezhebe mensup olmasını şart koşuyorlar.
Peygamberimiz (s.a.) "Ümmetin ileride bölüneceğini, birçok farklı din anlayışı (yorumu, mezhebi) ortaya çıkacağını, bunlardan yalnızca birinin hak ve kurtarıcı olduğunu" haber veriyor, kurtarıcı olanı da "Benim ve ashâbımın yürüdükleri yol" diye açıklıyor.
Adına sivil denilen din eğitim ve öğretimini yetmiş iki fırka kendine göre yapacak ve yaptıracak ise burada "din eğitimine bir müdahalenin olmadığını, sahih, sağlam ve amaca uygun" olduğunu söylemek tutarsızdır.
Söylemek istediğim veya talebim, "Bir grubun din anlayışını, mezheb ve meşrebini -en doğrusu benimkidir diyerek- herkese dayatması" değildir; söylemek sitediğim sivil denilen uygulamada da müdahale, istismar, kullanma gibi istenmeyen tesirlerin bulunacağıdır.
İnşaallah bir başka yazıda şu konuyu yazacağım: "Eğer genel olarak eğitim ve öğretime siyaset, ideoloji, istismar karışmasın diyorsanız türkçe, edebiyat, tarih, coğrafya, psikoloji, sosyoloji, felsefe derslerini de sivillere bırakmanız gerekir; çünkü ulus devlet ve diğer ideolojik devletler bu dersleri de kullanıyor ve istismar ediyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.