Darbe başarılı olsaydı...
Orgeneral Hilmi özkök ‘vakitlice’ uyanıp, bunları ‘suçüstü’ yapmasaymış, şimdi nur topu gibi bir ‘ulusal darbemiz’ olacakmış.
Belki de milli bayramlarımıza bir yenisini eklerdik: ‘7 Temmuz Demokrasiden ve AB Boyunduruğundan Kurtulma Bayramı.’
Ne kadar büyük bir fırsatı tepmişiz, görüyor musunuz?
Tebrikleri de, herhalde, elan t utuklu bulunan dört yıldızlı paşalarımızdan biri kabul ederdi.
Kendisine ‘Cumhuriyet Televizyonu’ kurma görevi verilen arkadaşımız ne olurdu?
Muhtemelen ‘Basın ve Enformasyon Bakanı.’
Cumhurbaşkanlığına da, ‘çekirdek kadro’dan biri değil, ‘dışarıdanmış’ görünen saygın bir isim seçilirdi.
Benim aklıma, anayasa hukuku konusunda uzman olduğu söylenen bir büyüğümüz geliyor.
Bir vakitler, korporatizmi savunan bir ‘Anayasaya Giriş’ kitabı yazmıştı. Bugüne kadar yazılmış en iyi ‘anayasa retoriği’ kabul ediliyordu hani...
Bu kitabı yazdığı için, 12 Mart döneminde içeri alınmıştı...
O profesör işte...
Fakat, 12 Mart dönemindeki ‘mağduriyeti’, sanıldığı gibi, ‘Anayasaya Giriş’i yazdığı için değil, darbe cuntasına girişi savunduğu içindir. Neyse...
Devlet Başkanlığı direkten dönen bu mümtaz şahsiyet demokrasiyi sevmiyor.
Serbest piyasa ekonomisine karşı...
Toplumların, ‘kendi kaderlerini tayin etme hakkı’na karşı...
Doğuya karşı.
Batıya karşı.
Kuzeye ve Güneye de karşı...
Sıkı Beşiktaşlı’dır.
Bir dönem Dışişleri Bakanlığı yaptı.
Darbe meclisine ‘kurucu üye’ yazıldı.
Ve tabii Mülkiyeli...
Rahmetli Mehmet Emin Erişirgil’in tornasından geçmiş hemcinsleri gibi, o da ‘demokrasi’ ve ‘çoğulculuk’ kavramlarından hazzetmiyor.
Türkiye’nin makus talihini yenmiş Adnan Menderes, bu değerli anayasa hukukçusuna göre, çizmeyi aştığı, yani ‘halkla bütünleştiği için’ asıldı.
çok partili parlamenter sistem, ‘resmi hizmete mahsus’ yarı aydınlarımız gibi, bu büyüğümüzün de nefretle andığı bir ‘geçiş dönemi’ne işaret etmektedir; bütün kötülükler orada zuhur etmiş, ülke 1950’de geri dönülmez bir ‘karşı devrim’ sürecine girmiştir.
Seçim, parlamento, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ilkesi, ‘irade-i milliye’ onun için bir şey ifade etmiyor.
Zaten, ‘parlamento dışı demek, ille de demokrasi dışı demek değildir’; dolayısıyla, parlamento dışı güçlerin (örneğin darbe cuntalarının) demokrasiyi ve parlamenter düzeni inkıtaa uğratan müdahaleleri de ‘demokrasi dışı sayılmamalı’dır.
Böyle bir adamdır işte...
Aynı zamanda velud bir kaynaktır.
üretim araçlarını tekeline almış seçkinci burjuvazi, ‘demokrasi’ adına oligarşik devlet yapısını savunan ve bu Sovyetik yapıyı cumhuriyetimizin ruhuna uygun bulan resmi devletçilerimiz yıllarca ondan beslendiler.
Bugün de ‘fikirleriyle’ kaynaklık etmeye devam ediyor.
Hilmi özkök taş koymamış olsaydı, muhtemelen içe kapanmacı, devletçi, antiemperyalist, dünyadan tecrit edilmiş, ‘yoksul ama onurlu’ bir üçüncü dünya ülkesine uyanacaktık her sabah.
Bu ülke fetiş derecede benimsenmiş ‘üniter yapısını’ koruyabilir miydi, adı ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olmaya devam eder miydi?
Burası tartışmalı işte...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.