Manevi arayış değil bir tür nostalji!
Bir devlet büyüğünden himaye bekler gibi Allah'tan ilgi ve şefkat bekleyen...
"Dervişlik hırkası" sandığı şeyi Milano'dan satın alınmış son moda bir triko gibi üzerine geçiren... Günümüz insanı var ya...
Onun...
Yani senin, benim...
Gerçekten "manevi bir arayış" çabası içinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Yakın zamana kadar öyle olduğunu düşünüyordum.
Çok yazdım bu konularda, çok konuştum. Arıyoruz, sanıyordum.
Ve ne güzeldi ki, arayan eninde sonunda bulurdu.
***
Şimdi görüyor ve anlıyorum ki...
Popüler kültürün en derin noktalarına kadar nüfuz eden tasavvuf merakı; dervişçe bir yaşam biçiminin imkânlarını sorgulama isteği, hatta her türden spiritüalist akımın hızla yaygınlaşması...
Bütün bunlar...
Manevi bir arayışın parçası olmaktan çok...
Bir nostaljinin yansımaları!
Yani oturduğumuz yerden kalkmadan (kimse darılmasın ama birtakım mahfillerde sık sık görünmeyi "yola girmek" sayamıyorum!) manevi bir "yurt" özlemiyle yanıyoruz.
Ne insan ne de iş ilişkilerimize çeki düzen vermeye niyetimiz var.
Ne imtiyazlarımıza ne de heveslerimize set çekiyoruz.
Sadece içimizdeki boşluğun doldurulduğu aslında bize hayli uzak bir hale özlem duyuyoruz.
***
Aramak, bir eylem.
Oysa bitkiniz, tükenmişiz.
İş, güç, çoluk çocuk, mecburiyetler, çıtır çerez hazlar, birbirini takip eden sarhoşluklar, geçmişin yükleri ve geleceğin endişesi...
Hepsi mecalsiz bırakıyor bizi.
Mecalsiz ve cesaretsiz.
Hesapçıyız bir de...
En çok o bitiriyor bizi.
Tamam! Hesap tutalım ama neyin hesabını?
Şair Didem Madak bir keresinde şöyle demişti: "Ahlayıp oflayarak herhangi birinden daha çok acı çekiyor sandıkça kendimi, dervişlikten uzaklaşıyorum. Kırılan kalbimizin hesabını tutmaktan sıkılıp, kırdığımız kalplerin hesabını tutmakta saklı belki dervişlik!"
Yok! Lafı daha fazla uzatmayacağım.
Hani tam bu noktada biraz durup düşünsek diyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.