Ya isim ya muhteva
İslamcılığı öldürenler, onun muhtevasından da rahatsız olanlar bir yana (onlarla tartışmada hem taraf olmak hem de üslub farklı olacaktır) bizimkiler diyeceğim zevat ile anlaşmazlık, islamcılığın muhtevası üzerinde değil, bu muhtevaya "islamcılık" demenin fayda, zaruret ve zararı üzerinedir. Aslında Müslümanlığa dahil olan vazifelerin "islamcılık" adıyla ayrılması ve üzerine hüküm bina edilmesinin zararlı olduğunu düşünen ve yazan dostlar, islamcıların hedeflerine karşı değiller. "İslam'ın tamamı veya mücadele alanlarının değişmesi sebebiyle belli bir kısmı" manasınadaki hedeflerde birleştiğimize göre tartışma öze değil, söze dönük hale gelmektedir.
"Söz", yani bu kelimenin kullanılması kültüre, kaynaklara, iteratüre girmiştir; engellemek, buna son vermek -bize göre- mümkün değildir. Ama "Ben bu kelimenin belli islami vazifeler ve bunları dava edinen Müslümanlar için kullanılmasına karşıyım, benim için Müslüman vasfı tek başına yeterlidir" diyenlere saygımız tabiidir. Varsın onlar böyle düşünsün ve böyle adlandırılsınlar, farklı düşünen ve adı kullananları da anlayışla karşılamak gerekir.
Ben yazılarımda "Said Halim Paşa, Ahmed Naîm Bey ve benzerleri kendilerine 'islamcı' dediler" demedim. Bu isim henüz yerleşmeden farklı sebeplerle "isme" karşı çıkanlar arasında bu iki isim de vardır; ama islamcılığın muhtevası bakımından bunlar birinci sınıf islamcılardır.
Mesela Said Halim Paşa, o zamana kadar kullanılmamış ve Ziya Gökalp tarafından kullanılmış bulunan "islamlaşma" kelimesine itiraz etmemiş, bu kelimeyi kullanmış, islamlaşmayı bir dava olarak ortaya koymuş ve Paşa üzerinde güzel çalışmalar yapan Prof. H. Bostan'a göre Paşa bunu "islamcılık manasında kullanmıştır.
Paşa "İslamlaşma"yı şöyle anlatıyor:
"Bizim için 'İslamlaşmak' demek, İslamiyet'in inanç, ahlak, yaşayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesi demektir. Bu tatbikin ise o esasların, zaman ve muhitin ihtiyaçlarına en uygun bir şekilde tefsir edilmesinden sonra yapılması gerekir. Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen bir adamın, kabul etmiş bulunduğu dinin esaslarına göre hissedip, düşünüp, hareket etmesi gerekir. Bunu yapmadıkça, yani İslamiyet'in ahlak, hayat ve siyasetine kendini tamamıyla uydurmadıkça, yalnız Müslümanlığını itiraf etmek ona bir şey kazandırmaz. Hiçbir saadet de elde edemez. Bir Kant'ın yahut bir Spencer'in ahlak görüşüne inanan, ayrıca içtimai hayatta Fransız, siyasette İngiliz usulünü kabul eden bir Müslüman, ne kadar bilgili olursa olsun, ne yaptığını bilmeyen bir kimseden başka bir şey değildir (Buhranlarımız, s. 186 vd.)
Hamza Türkmen kardeşimiz de HAKSÖZ dergisindeki makalesinde, Ahmed Naim Bey'in islamcılık kelimesine hangi ortamda ve niçin karşı çıktığını anlattıktan sonra kelimenin yerleşmişliğini şöyle açıklıyor:
"...Ancak İslamcılık terkibi, İslam coğrafyasındaki 20. Yüzyıl ulus devlet yapılanmalarıyla birlikte dayatılan batılı değer ve politikalara karşı tavır alan ve İslam'ı yeniden kültürel ve siyasal planda alternatifleştirmeye çalışan müslümanları nitelemek veya suçlamak amacıyla batıcı, laik ve ulusçu unsurların gündemleştirdiği bir tanım olarak yeniden hayat buldu. İslamcılık terkibinin kullanımı, ayrıştırıcı ve tasnif edici özelliği dolayısıyla da resmi ideolojilere muhalif müslüman kesim tarafından genellikle onay aldı."
Kendi tercihini de açıklıyor:
"Şahsen İslamcı kelimesinden, hoşlanmamakla birlikte, özellikle oryantalist girişimler neticesinde, hüviyetinde İslam yazdığı halde İslam'ı yaşamayan hatta düşman olan Müslümanlarla, bir siyasi-sosyal duruşu, bakışı olan dini yaşamaya çalışan Müslümanları birbirinden ayırt etmek için kullanılan bir kelime olarak 'İslamcılığın' gereğine inananlardanım. Böyle bir ayrımsamayı yapmak ve anlamak gerek..."
Tartışmanın adlandırma değil, muhteva üzerinde sürdürülmesinin daha yararlı olacağını düşünüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.