Hasan Abi
Hasan abiyi severiz... Terbiyesi, nezaketi ve empatisiyle gönüllerimizde taht kurmuştur.
Ben severim en azından.
Kürt meselesi konusunda söylediklerini de önemserim ve kayda değer bulurum.
Hasan abi (Hasan Cemal) bir şey diyorsa, doğrusunun o olduğuna inandığı yahut doğrusunun o olduğunu zannettiği için öyle diyordur. Kafasında birtakım ince hesaplar yoktur. İntikamcı değildir. Konuşurken ve yazarken, muhatabının bir davranışını ya da sözünü kuyruk acısı haline getirmemeye, her işin doğrusunu ben bilirim havalarına girmemeye özen gösterir.
Egosantrik değildir ve kibirle kalkışmaz.
Dosdoğru bir adamdır.
Biricik derdi, Şu demokrasiyi kâmil hale nasıl getirebiliriz? sorusuna cevap aramaktır.
Bu dert uğruna zaman zaman savrulmuş, istenmeyen adamların ve çevrelerin sözcülüğüne soyunmuştur ama bunu geçici bir kafa karışıklığı saymak lazım...
Mesela 28 Şubat sürecinde darbecilerden yana tavır koydu, biraz ayıp etti, çokça mahcup oldu, dindarların iktidarına karşı darbe seçeneğini masada hazır tutmayı matah bir düşünce sandı ama dediğim gibi geçici bir kafa karışıklığıydı. Geçti gitti.
Peki, bu dosdoğru adam, Kürt meselesi konusunda doğru şeyler mi düşünüyor?
Dünkü yazısında, Başbakanın bir çıkışından bahisle, ETA ve IRA örnekleri üzerinden akıllar fikirler veriyor, Kürt meselesi konusunda hâlâ açık konuşmadığımızı söylüyordu.
Önemli ve değerli bir yazıydı.
Meslektaşlarına çakmayı da ihmal etmiyordu tabii...
Meslektaşlarıyla ilgili kısmı kendisi anlatsın: Başbakan Erdoğan cuma gecesi Kanaltürkteydi. Uslu çocuklar gibi karşısına dizilmiş meslektaşlarımın gayet terbiyeli sorularıyla birçok konudaki görüşlerini öyle hiç zorlanmadan açıklama fırsatını buldu. Zorlanmadan diyorum, zira sorular sivri ve eleştirel olmaktan uzaktı. Ayrıca, Erdoğanı rahatsız edebilecek meselelerle ilgili sorgulamadan da yoksun sorulardı. Neyse...
Hasan abi neyse diye geçiştiriyor ama 28 Şubat sürecinde, uslu çocuklar gibi generallerin karşısına dizilip demeç almaya çalışan gazetecileri unutmuş görünüyor.
Konuşturmasın şimdi beni...
Mesela biri, sürekli, Üst düzey bir general beni aradı, dedi ki... diye başlayan yazılar yazardı.
Hadi ben de neyse diye geçiştireyim de konu dağılmasın.
Hasan abi bu önemli ve değerli yazısında bir sürü şey söylüyor, önemli noktaların altını çiziyor, bunca iyileştirmeye rağmen Kürt meselesinde hâlâ ileri adımların atılamadığını ileri sürüyor, PKKyı da bir şekilde denkleme dahil ediyor ama bu konulara girmeyeceğim. Haklı olduğu yerler var. Rezervle yaklaştığım yerler de var.
Sadece bir sorunun cevabını merak ediyorum.
Bir tek soru...
Devletin şiddeti, terörle kendisini ifade eden örgütler doğurur.
Dünyanın her yenide böyle olmuştur.
FKÖ, ETA, IRA böyle doğmuştur. Ve devletin şiddetine karşı savaşmışlardır.
Bir de, kendisine yönelik herhangi bir şiddeti gereksinmeden, bizzat kendisi şiddet uygulayarak ortaya çıkan örgütler var; Kızıl Tugaylar, 17 Kasım ve Baader-Meinhof gibi...
PKKyı burada nereye koyacağız?
Bu örgüt, devletin şiddetine tepki olarak doğduysa, neden şiddetini önce Kürtler üzerinde denedi, sonra devletin şiddetini ortadan kaldırmaya çalışan siyasi partilere yöneldi?
Devlet şiddetini azalttıkça, örgütün dili daha da sertleşiyor. Ne iş?
Dahası, bu örgüt, neden koskoca 28 Şubat sürecini eylemsizlikle geçirdi?
Hatırlayalım: Terör örgütü liderlerinden Duran Kalkan, Biricik savaşımlarının AK Parti iktidarını ortadan kaldırmak olduğunu söylüyordu.
Soru şu:
PKK hak hukuk mücadelesi yapan bir örgüt mü, yoksa Kürtlerin hak hukuk taleplerini kullanarak (bu talepler üzerinden meşruiyet elde etmeye çalışarak), kendisini başka güçlerin kullanımına açan taşeron bir yapı mı?
Kürt sorununu konuşuyoruz; federasyonu, özerkliği, yerinde yönetimi, her bir şeyi tartışıyoruz da, neden şu şiddet konusunda bir parantez açmıyoruz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.