En aşağılık fikriyat
Okuyoruz, öğreniyoruz, biyografi yazarlığı adına seviniyoruz ama bir taraftan da hayret ediyoruz.
Hâlâ mı?
Hâlâ mı ortaçağın karanlıkları ve cumhuriyetin kazanımları edebiyatı?
Bunlarsız bir cümle kurulamayacak mı?
Bunlarsız bir biyografi ya da tarih kitabı yazılamayacak mı?
Bunlarsız bir dönem muhasebesi yapılamayacak mı?
Kimden söz ediyorum?
Peş peşe harika biyografi kitapları yayımlayan Orhan Karaveliden elbette...
Son kitabı Kendi Heykelini Yapan Adamı imzalayıp bana da göndermiş. Eksik olmasın.
Büyük bir açlıkla okudum.
Neden açlıkla?
Çünkü Karaveli, insanda öğrenme ihtiyacıuyandırıyor. Tabir-i amiyane ile kuş kondurmuyor, yazdıklarıyla aklımızı tavana fırlatmıyor; basit ve alelade şeylerden söz ediyor, denilebilirse üslubu da basit ve alelade ama yine de insanı çekiyor. Bu da bir yazarlık başarısıdır...
En son, Sakallı Celali okumuş ve oradaki belgeleme gayretine hayran olmuştum.
Karaveli, mutlaka yeni hayranlar oluşturacak Kendi Heykelini Yapan Adamda, İlhan Selçuku anlatıyor.
Matbuatımızın ünlü İlhan Abisi, geçmişi, çocukluğu, yetişkinlik dönemi ve politik mücadeleleriyle, bu kitapta geçit resmi yapıyor. Okuyoruz, anlamaya çalışıyoruz ama anlayamıyoruz.
Karaveli, her ayrıntıya
girmiş.
Sivas Yıldızelinin çift fanila giydiren soğuklarından Marmaristeki enfarktüse, Hikmet Hanımın kitaplarından ilk eş Lavinianın mukadder yalnızlığına, Ülfetin doğumundan talihsiz ağabey Cihat Sebatinin ölümüne, İlhan Selçuk portresini tamamlayan bütün bilgileri kitabına serpiştirmiş, hatta hovardaca kullanmış ama politik mücadelenin bir cüzünü oluşturan 9 Mart hadisesine hiç girmemiş.
İlhan Selçuk, biliyoruz ki, darbeci görüşleriyle maruf bir ağabeyimizdi.
Bunu gizlemiyordu... Hatta, açıkça subayın siyasete karışma hakkı bulunduğunu yazıyor, çok partili parlamenter sistemin başımıza gelmiş en kötü şey olduğunu savunuyordu.
Bu konuları atlamış
Karaveli...
Hadi taraftar mantığıyla yaklaştığı için, bir ayıba işaret eden olayları gizleme yoluna gitti diyelim ve tolere edelim.
Fakat, politik taraf olarak araya girmeleri ve izahları çekilmez oluyor.
Mesela şu satırlar: 1960 yılının Mart ayı... Atatürkün partisinin (yani CHPnin) kendilerine sunduğu olanaklarla tek başına iktidara gelmiş, peş peşe üç kez seçim kazanmış adı Demokrat olan bir parti gitmeye niyetli olmadığını düşündürtüyor...
Bu satırları, İlhan Selçukun 27 Mayıs darbesine bakışını anlatmak için yazıyor ve bir anlamda okurları darbenin meşruiyetine hazırlıyor. Araya bol miktarda da, ortaçağın karanlıkları ve cumhuriyetin kazanımları türünden laflar serpiştiriyor. Okuduğunuzda, Hah... Hak etmişler bir darbeyle alaşağı edilmeyi diye düşünüyorsunuz.
Hayır, muradım, İlhan Selçuk portresinin eksik bırakıldığını anlatmak değil.
Eksik, o ayrı...
Muradım, Karaveli yaklaşımının, bir aydın ve entelektüel yaklaşımı olarak, hâlâ değer (!) ifade ettiğini anlatmak.
Demek ki, CHPnin sunduğu olanaklarla iktidara gelenler (ve gitmek bilmeyenler), ancak ve sadece kendilerine olanak sunanlar eliyle, yani bir darbeyle alaşağı edilebilirler.
İlhan Selçuk ve Orhan Karaveli gibilere göre, bunun adı devrim oluyor.
Her şeye rağmen, Karavelinin kitabını okuyun.
Hem İlhan Selçukun sterilize yaşamını, hem de devrim denilen şeyin nasıl aşağılık bir fikriyat olduğunu öğreneceksiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.