Beter olsunlar
Haysiyetli öğretim üyeleri istifa ediyormuş. Biri, denilenlere göre, kendini yerden yere atmış. Bu antidemokratik rektör atamaları da nerden çıkmışmış, faşizme mi gidiyormuşuz, bu kadar da olmazmış ki canım...
Sezer (seçim, liste, YöK tercihi takmadan) çatır çatır atama yaparken bu arkadaş ve benzeri arkadaşlar susuyordu.
Hiç demiyorlardı, ‘Dünyanın hangi demokratik ülkesinde Cumhurbaşkanlarının rektör atadığı görülmüştür? Bu faşist bir uygulamadır...’
çünkü Sezer, ‘bizim çocukları’ atıyordu.
Bizim çocuklar atandığında, ‘antidemokratik’ olan sistem, ne hikmetse birden ‘demokratik’ oluyordu.
Esasında öyledir...
Demokratik ülkelerde Cumhurbaşkanları rektör atamaz.
Bu, ayıptan da öte, antidemokratik ve faşizan bir uygulamadır.
Fakat bu ‘haysiyetli öğretim üyeleri’nin aklı neredeydi?
Hatırlayacaksınız... Hükümet, önce Erkan Mumcu’nun, sonra Hüseyin çelik’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde, bir ‘YöK tasarısı’ hazırladı ve tartışmaya açtı.
Niye böyle bir şey yaptı?
Bu YöK çünkü, darbe anayasasının ürünüydü ve CHP’lisinden ANAP’lısına, AK Parti’lisinden İP’lisine, bir tek seveni yoktu.
Türkiye’deki her siyasi partinin programında, mutlaka YöK’ün değiştirilmesi yahut kaldırılmasına ilişkin vaat cümleleri bulunuyordu. öğrenciler ve akademisyen çoğunluğu da nefret ediyordu bu kurumdan.
İnanmayacaksınız ama, Ergenekon sanığı İlhan Selçuk bile eleştiriyordu bu eğitim-öğretimle ilişkisini kesmiş anti demokratik kurumu.
Sezer bile eleştiriyordu...
Hükümet hazırladığı tasarıyı önce YöK’ün, sonra üniversitelerin, sonra da üniversitelerarası kurulun ve tabii sivil toplum örgütlerinin görüşüne sundu. Gelgelelim YöK ve üniversitelerarası kurul üyeleri, bu hükümetin hazırladığı bir tasarıyı ‘asla tartışmayacaklarını’, ancak kendilerinin hazırlayacağı bir tasarı üzerinde uzlaşma görüşmeleri yapabileceklerini bildirdiler.
Hükümet ‘peki’ deyip tasarıyı geri çekti.
İşi, istekli ve cevval üniversitelerarası kurula bıraktı.
İstekli ve cevval kurul, çok kısa bir vade içinde, en geç 2003 sonuna kadar, tasarıyı hazırlayıp hükümete sunacağını söylüyordu.
Kısa vade doldu, çölaşan’ın kavramsallaştırdığı ifadeyle ‘tık’ yok.
2003 sonuna gelindi; tık yok. ‘Hadi 2004’ün başı olsun’ denildi. Tık yok. ‘Şubat, Mart, Nisan olsun’ denildi. Tık yok.
Aylar ayları, mevsimler mevsimleri kovaladı ve 2004’ün sonuna gelindi. Yine tık yok... 2005 ve 2006’ya gelindi, yine tık yok... 2007’de yine tık yok...
İstekli ve cevval kurul oyalama taktiği güderken (başkanları Doğu Perinçek’ten akıl almaya devam ederken), Milli Eğitim Bakanlığı da kendi tasarısı üzerinde başlattığı ‘uzlaşma görüşmeleri’ni sürdürüyordu.
Derken, bir sabah, kafası bozuk bir şekilde YöK Başkanı Erdoğan Teziç çıktı ve YöK olarak uzlaşma görüşmelerinden çekildiklerini açıkladı.
Sebep?
Milli Eğitim Bakanlığı, YöK’ten izin almadan (demek ki kendilerini yasama ve yürütmenin üzerinde bir konum biçiyorlardı), eski rektörlerden oluşan ‘danışma kurulu’ ile temasa geçmiş ve onların görüşünü almış... Bu, YöK’ün onuruyla oynamakmış, YöK böyle bir şeye asla müsaade etmezmiş, YöK devrimciymiş, YöK Atatürkçüymüş, YöK cumhuriyetin bekçisiymiş, YöK şuymuş, YöK buymuş...
İpe un sermekle kalmadılar. Kendi sözümona ‘demokratik tasarıları’nı da geri çektiler.
Sonra da, üzerlerine vazife olmayan işlere burunlarını soktular:
Biri çıktı, ‘Cumhuriyetimizin temel niteliklerini korumak ve kollamak sorumluluğunu taşıyan tüm kişi ve kuruluşları’, yani orduyu göreve davet etti.
Bir başkası, ‘Devletin laik yapısını değiştirmeye yönelik düzenlemeye karşı’ halkı ulusal seferberliğe çağırdı.
Bir başkası 27 Mayıs’ı ve Adnan Menderes’in akıbetini hatırlattı.
Biri de çıktı (halkın vergileriyle halka tafra yapan bir terbiyesiz), bu ülkenin seçimle gelmiş Başbakanını ‘halayıka’ benzetti.
Şimdi ağlıyorlar.
Bırakın ağlasınlar.
Hatta beter olsunlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.