Bir profesörden trol yaratan nefret
Öyle böyle bir nefret değil... Mutlaka “patolojik hal”le ilişkilendirilecek/ilişkilendirilmesi gereken, yanında “düşmanlığın” bile hafif kalacağı, ölçüsüz, mikyassız, derecesiz, orantısız bir nefret.
Kaç yıldır “siyaset gündemini” takip ediyorum; böylesini görmedim.
Kimden söz ettiğimi iyi kötü tahmin edebiliyorsunuzdur.
İktisat profesörü olarak nam yapmış, “ikinci cumhuriyet fikriyatının babası” olarak düşünce dünyasında yer edinmiş ünlü bir akademisyenden, “hevesli” bir gazeteciden söz ediyorum.
Bir dönem birlikte çalıştık.
Bir dönem (kısa bir dönem) yayın yönetmenliğini yaptığım gazetenin başyazarlığını yürüttü
İyi bir çalışma dönem geçirdiğimizi söyleyemem.
Sözüne güvenilen, aklına itimat edilen, ne söyleyecek diye ağzına bakılan bir isimdi... Saygındı. Söz aldığında bilirdik ki, söyleyeceği şeyler mutlaka ufkumuzu açacak, gerçeğin farklı bir yüzünü gösterecek, bizi “düşüncelerden düşüncelere” sürükleyecektir.
Öyle biliyordum, öyle tanıyordum.
Burada zikretmemin uygun kaçmayacağı bazı tavırları (bitmek bilmez talepleri ve kaprisleri), bendeki imajını yerle bir etti.
Sonra yollarımız ayrıldı.
Sonrasında olanları biliyorsunuz...
Saygın iktisat profesörü olarak biriktirdiklerini, bir cemaat trolü olarak harcadı. Bir zamanlar aklına itimat edilen ve ne söyleyecek diye ağzına bakılan Profesör, birden savunduklarıyla ters düşen münkir bir militana dönüştü... “Erdoğan’la yapacağınız dar çerçeveli barış size bir şey kazandırmayacak” diye terör örgütü PKK’ya akıl vermeler, “İç savaşın kanlı cehenneminden geçmeden kurtuluşun mümkün olmayacağını” söylemeler, bir “casusluk örgütü” gibi çalışan paralel yapıya kol kanat germeler... Ve elbette nefret!
Dün, Tahir Elçi’nin arkasından yazdıklarını okudum.
Neredeyse her satırına sinmiş bir nefret...
Bir iktisat profesöründen cemaat trolü yaratan nefretin, insanları nasıl hazin, nasıl acıklı, nasıl pespaye bir ruh haletine sürüklediğini/sürükleyebildiğini gördüm ve elbette üzüldüm.
Hayır, söylediklerinin ayrıntısına girmeyeceğim.
Söylediklerinin bir kıymeti yok...
Karşılığı yok ki, kıymeti olsun...
Neredeyse her cümlesini “yargılanacaksınız” diye bağlayan bir aşırı duygusaldan, yönünü tayin etmekte zorlanan bir cemaat trolünden nasıl bir “kıymet” sadır olabilir ki?
Kendisini tarihe ve vicdanların yargılamasına havale ediyorum.
HAMİŞ:
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin cenazesinde konuşan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, “Elçi’nin mirasının barış olduğunu” söylemiş.
Bu barışa biraz da siz inansanız Sayın Demirtaş.
Elçi, “hendek siyasetinize” karşı çıkıyordu. (Ne kadar çok hendek, o kadar oy... Böyle söylüyordu Figen Yeksekdağ.)
Biraz da siz karşı çıksanız...
Elçi, YDG-H örgütlenmenizin estirdiği terörün bir an önce bitmesini, kamu güvenliğinin tesis edilmesini istiyordu.
Bunu biraz da siz isteseniz...
Elçi, silahlı mücadelenin miadını doldurduğunu söylüyordu.
Bunu biraz siz söyleseniz...
Bir de buyurmuşsunuz ki, “Tahir Elçi’yi öldüren devlet değil, devletsizliktir...”
Madem devletsizlik (otorite boşluğu) bu tür cinayetlerin asıl nedenidir, bölgede otoriteyi tesis ettiğini söyleyen eli silahlı militanlarınıza da iki çift laf etmeniz, “yasal çerçevede” kalmalarını önermeniz gerekmez mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.