Adem-i merkeziyet vs.
Bazı liberal kalemlerin bir süredir aralıklarla da olsa adem-i merkeziyet konusunu gündeme getirmelerini ben şahsen dikkate değer buluyorum. Bir zihinsel altyapı oluşturuluyor, diye düşünüyorum.
Kuşkusuz farklı bağlamları yok değil.
Mesela şu sıralar öz-yönetim bağlamında gündeme getiriliyor.
Zaman zaman Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı bağlamında, zaman zaman Büyük Şehirler Yasası bağlamında, zaman zaman Başkanlık Sistemi ve Eyalet yönetimi bağlamında adem-i merkeziyete atıf yapılıyor.
Adem-i merkeziyet konusu Türkiye’nin yakın geçmiş hafızasında var olan bir konu. (A) harfinin kısa okunması ile adem-i merkeziyet, “merkeziyet”in yokluğu” anlamına geliyor. Osmanlı’nın son döneminde “Türkiye’nin ilk ilk liberali” ünvanına layık görülen Prens Sabahattin’in savunduğu bir görüş adem-i merkeziyet. O dönem Avrupa’dan gelen “Islahat Fermanları” ile de örtüşen bir niteliği var. Özet olarak şöyle ifade ediliyor: “Osmanlı’nın coğrafyası büyük, bunu merkezden, İstanbul’dan yönetme imkanı neredeyse yok, eyaletlerin kendi kendisini yöneteceği bir sistem kuralım.” O gün geniş tartışma konusu oluyor bu teklif ve şöyle bir itirazla karşı karşıya kalıyor: “Böyle bir uygulama, zaten parçalanma sürecine girmiş bulunan ve her bir parçası, orada ikamet eden toplulukların mahiyetine göre bir büyük devletin fitnesine maruz kalan Osmanlı’yı paramparça eder.” Kabul görmüyor. Osmanlı’nın o günleri, 2. Abdülhamid’in, acaip kozmopolit yapısıyla Osmanlı’nın adeta dağılma görüntüsünü sembolize eden Meclis-i Mebusan’ı lağvettiği günlerdir.
Bugün adem-i merkeziyet, yeniden tüm Ortadoğu’da sınırlar üzerinde oynandığı, Suriye’den Türkiye’ye sınırda oynama hamlelerinin devreye sokulduğu, “silahlı özyönetim” dayatmalarıyla bölücülük kaygısının toplumu Osmanlı’dan daha az tedirgin etmediği bir zamanda gündeme geliyor.
İtilaf Devletleri Lozan’da Kürtler’e azınlık statüsü vermek için çok çaba sarf etmiş, ancak Türk Temsilci Heyetinin “Bin yıllık birliktelik” tezini ısrarla savunması sonucu bu hamle akim kalmıştı. Öcalan’ın 2013 Nevruz bildirisindeki, “İslam bayrağı altında bin yıllık birliktelik” söylemi aslında Lozan’daki Türk tezinin hemen aynısıdır.
Birliktelik, birliktelik, birliktelik. Kürt toplumu da bölünme gibi bir ihtimali yüzde 90’lar ölçüsünde reddediyor.
Ama bu işler de geniş halk kitlelerinin talebi ile değil, aktivist örgütlerin etkin uluslararası odakların projelerine denk düşmeleri ile gerçekleşiyor.
Terör örgütünün çözüm sürecini, Kürtler adına konuşarak, “Uluslararası konjonktür bize alan açıyor” yaklaşımı ile akamete uğrattığı da biliniyor. Bölgede uluslararası hangi odağın hangi sınırda nasıl bir operasyonu hedeflediğini bilmiyoruz. Ama terör örgütünün umutlandığı operasyonun bize karşı olacağı kuşkusuz.
Şunu da belirtelim ki her işin merkezden yönetilmesi, halledilmesi vs’yi savunmak da mümkün değil. Hem pratik gerekçelerle, hem demokrasinin kökleşmesi açısından bu alanda bir düzenleme zarureti de belli. Yerel yönetimlere özerklik arayışı, Büyük Şehirler uygulaması bunu hedefliyor.
Ama uygulama ile ortaya çıkan sorunlar, kaygıyı da beraberinde getiriyor. Son hendek olayında bazı belediyelerin şehr - emanetine örgüt hesabına ihanet etmesi, kaygıların haksız olmadığını da gösterdi. Örgütün yasal yapıların içini kendi özel ajandası ile doldurduğu ve siyasetçinin isteyerek - istemeyerek ona boyun eğdiği bir gerçekle karşı karşıyayız.
Başkanlık tartışmalarının bir boyutunda “Eyalet sistemi mi?” kaygısının seslendirilmesini yadırgamamak gerekiyor. Çözüm sürecinin içinden çıkan risk bu kaygıları besliyor.
Onun için adem-i merkeziyet, yerel yönetimlere özerklik, büyük şehir uygulaması, eyalet yapılanması, özyönetim, demokratik özerklik vs. her neyi tartışacaksak, orada ülke güvenliği için gerekli supabları ihmal etmemek gibi bir sorumluluk var. Yani ki milletin ağzı sütten yandı, yoğurdu üfleyerek yemesine şaşırmamak lazım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.