Erdoğan; sürprizlerle yola devam
Siyasetin yoğun ve sürprizlerle dolu görüşme trafiği, Ankara’yı kelimenin tam anlamıyla şaşkına çevirmiş durumda. Herkes satır aralarından yahut görüşmelerden sonra yapılan kısa açıklamalardan ne olup bittiğini anlama çabasında. Bir kısmı da, bu görüşmelerde adı geçen siyasetçilerin, yakın tarihte medyada yaptığı açıklamaları esas alarak şifreleri çözmeye çalışıyor.
Bunların her biri bize bir şeyler anlatır kuşkusuz. Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le yaptığı görüşmeyi ve sonrasında ortaya çıkan temasları, biraz daha farklı görmek gerekiyor. Başka bir ifadeyle, bu kritik görüşme ve sonrasını, öncesinde ortaya çıkan eleştiriler, gelen tepkiler ve devam eden tartışmalardan ayırmakta yarar var.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2011 seçimleri itibarıyla, Türkiye’nin kendi içindeki dengeleri, bölgesel gelişmeleri ve muhtemel tehditleri, çok daha net okumalarla ve yaklaşımlarla ele almaya başladı. Bunun elbette birkaç nedeni var. Devlet aklının yeniden inşasında gösterdiği kararlılık, elde ettiği tecrübeyi bu yönde daha aktif kullanması ve aynı zamanda Türkiye’nin içinde ve dışında hızla değişen konseptler. Bunların hepsi bir araya geldiğinde, Erdoğan, Türkiye’nin geleceğine dair ana politikaları, devlet aklının bu yöndeki gelişimini, pek çok riski de üstlenerek tekrar ele aldı.
Devletin dönüşümünü, bir güçlenme projesi olarak değil, devleti ele geçirme fırsatı olarak gören paralel yapıyla ilgili de o dönem itibarıyla başlayan çatışma, 7 Şubat 2012 MİT krizi, ardından Gezi ayaklanması ve 17-25 Aralık süreçleriyle bir varoluş mücadelesi haline geldi. Siyasi hayatının başından itibaren Erdoğan’ı devre dışı bırakmak için gizli-açık hamleler yapan paralel yapı, hala bir tehdit olarak varlığını koruyor. Ancak Erdoğan bu tehdidi, çoğu zaman yalnız kalsa bile kararlı bir mücadeleyle kontrol edilebilir hale getirdi.
En az bunun kadar önemli ve yine Cumhurbaşkanı’nın aldığı bir diğer risk, terörle mücadelenin yanı sıra devam eden barış ve müzakere projelerinin ‘buzdolabı’na konulması oldu. Erdoğan, ‘devletin rengine bürünmek’le suçlandı. Hatta ‘derin devlet tarafından ele geçirildiği veya ona teslim olduğu’ söylendi. Oysa olup bitenin özeti, Cumhurbaşkanı’nın yaklaşan tehditler karşısında Türkiye’yi ayakta tutacak yeni bir hamle yapmasıydı. Şu anda bu kararlılıkla ayakta kaldığımızı unutmayalım.
Şimdi tüm bunlara Suriye konusunda olup biteni ve Türkiye’nin bu sorun üzerinden yaşadığı daralmayı da eklersek, bugün vazgeçilmez sandığımız pek çok politikanın, yaklaşımın bir anda tarihe karışacağı bir büyük değişimin kapıda olduğunu söyleyebiliriz. Bu değişimin mimarisini Erdoğan şekillendiriyor. Başka bir ifadeyle toplamda siyasi hayatının belki de en büyük riskini almaya hazırlanıyor.
İşte yazının başında hatırlattığımız görüşme trafiğine buradan bakmak önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yol haritasını ortaya koyuyor ve Türkiye’nin tek çıkışının böyle bir haritayla mümkün olduğunu paylaşıyor muhataplarıyla. O nedenle özellikle Abdullah Gül’le yaptığı görüşmeyi, gündelik siyasetin kodlarıyla okumak hiç doğru görünmüyor bu tabloda. Gül’ün, sonrasında önemli isimlerle yaptığı görüşmeyi de aynı parantezde düşünmek gerekiyor.
Yeni ayrışmalar ve çatışma alanları üretmenin, ne Türkiye’ye, ne de bu tür yaklaşımlarla yola çıkanlara yararı olmadı bugüne kadar. Tayyip Erdoğan’ın üzerinde artık bir devlet adamı gömleği var. Bu sorumlulukla hareket ediyor. Farklı düşünenlere, kimi zaman yol arkadaşlarının en acımasız eleştirilerine rağmen yola devam edebilmesini iyi anlamak gerekiyor.
Erdoğan-Gül görüşmesinden sonra, yakın geçmişin tartışmalarını kurcalamak, bunlar üzerinden yeni tartışmalar üretmek, Türkiye’nin boğuştuğu ve çözmek zorunda olduğu sorunlara bakılınca anlamlı bir çaba olarak görünmüyor. Bu yeni bir dönem. Alışkanlıklarımıza kurban edemeyeceğimiz kadar da önemli ve hassas. Kimsenin endişesi olmasın. Geleceğe dair kafası en net ve şeffaf olan isim de Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.