Mide bulandırıcı
İfade, bir özel televizyon kanalında moderatörlük yapan hanım kızımıza ait...
HDP’nin, Demirtaş’ın, dünyanın en kıvrak politikacısı Salih Müslim’in, teröre arka çıkan aydınların tutumunu bu sözle açıklıyordu: “Mide bulandırıcı...”
Bu ifadeyi, genelleştirip, “Beyaz Türk mahallesinin tepkisi” diye okumak da mümkün...
HDP ve Demirtaş muhibbi olduğunu bildiğimiz çevrelerden bu kabil itirazları son zamanlarda çok sık duymaya başladık... “Elimiz kırılsaydı da, HDP’ye oy vermeseydik. Bunlar açıkça terörü destekliyor!” pişmanlığına varan, milliyetçi dozu yüksek tepkiler...
Niye böyle oldu?
Buna bakmamız gerekiyor.
Şimdi, “Ben bakmıştım, biliyordum böyle olacağını. Böyle olacağını yazmıştım” desem, ayıp olacak. Ama gerçekten de böyle olacağını biliyordum ve yazmıştım.
Hatırlayalım:
Neredeyse bütün bir entelijansiyanın HDP’ye çalıştığı günlerde, “HDP’nin barajı aşmasını felaket olarak görmediğimi” söylemiştim. Geldiği “temsil”in hakkını vermese de, çözüm sürecini bitirmek için güç temerküz etmeye çalışsa da, son tahlilde, meşru siyaset yönelmiş bir görüntü veriyordu. Bu nedenle, HDP’nin parlamentoda bulunması önemliydi ve “felaket” sayılmazdı.
Hâlâ böyle düşünüyorum. Ama bu, HDP’ye yönelik iyi niyetimi koruduğum ve bu patiden umutlu olduğum anlamına gelmez...
HDP’nin tutumu, moderatör hanımın da buyurduğu gibi, mide bulandırıcı.
Niçin mi?
Bu partinin Eş Başkanı sıfatını taşıyan kişi, sazıyla sözüyle katıldığı televizyon programlarında “Türkiye partisi olacaklarını, halkların kardeşliğini savunacaklarını, çözüm sürecinin başarıya ulaşması için gayret göstereceklerini, demokrasinin kökleşmesi için çalışacaklarını” söylüyordu. Ciddi bir taraftar da bulmuştu.
Sonuç, “HDP’nin barajı aşması çözüm sürecini bitirir, ülkeyi çatışmalı döneme götürür” görüşünü haklı çıkardı.
Çünkü HDP asla bir “Türkiye partisi” değildi. Olamazdı.
Batı’da “halkların kardeşliği, demokrasi, barış” mottosunu öne çıkardı, Doğu’da kimlik siyasetinin en süfli örneklerini verdi ve seçmeni “Oyunuz bu defa Kürtlerin partisine” sloganıyla motive etti...
Barajı aşabilmek için, PKK’nın silahlarını “baskı unsuru” olarak kullandı.
Biricik derdi ve amacı çözüm sürecini bitirmekti. “Silah bırakma kongresini” erteletmek için bin dereden su getirdi, hasbelkader ortaya çıkmış mutabakatı itibarsızlaştırmak için elinden gelen her melaneti sergiledi. (Bkz. “Dolmabahçe mutabakatı” olarak bilinen metne her düzeyden gösterdikleri tepki. Demirtaş, “Bu mutabakat Kürtlerin sorununu çözmez” diyordu. Bayık ve Karayılan ise bu mutabakatı tanımadıklarını söylüyordu.)
HDP başka bir gündemin partisiydi... Hakların iadesini kolaylaştıracak (ve yasal çerçeveye kavuşturacak) anayasa değişikliğine sahip çıkması gerekirken, bu anayasayı ötelemenin ve imkânsızlaştırmanın yollarını aradı ve buldu...
HDP, Kürt haklarının takipçisi olmayı reddetti, “ittifakların partisi” oldu. (“Kaos” ve “siyasetin kaybı” olarak dönecek CHP- Paralel yapı ittifakının bir parçası olmayı tercih etti. Şimdi de, İran ve Rusya tezlerini savunuyor.)
Son iki seçimde, iyi niyetten ve ciddiyetten yoksun bir kampanya yürüttü. Kürt halkının durumunu iyileştiren ve bu konuda ciddi demokratik adımlar atmış AK Parti hükümetine karşı, inkâr ve asimilasyon politikalarını savunan odaklarla iş tuttu.
PKK terörünü gerekçelendirirken “özyönetim” mazeretinin arkasına sığındı... Ama anayasa değişikliğine karşı çıkarak, özyönetim ihtimalini de tamamen ortadan kaldırmış oldu.
Oysa HDP, PKK’ya silah bıraktıracak ve kalıcı barışı zorlayacak “sivil baskı grubuna” dönüşebilirdi.
Bu pozisyonu reddetti. Terör örgütü PKK’nın uzantısı oldu.
Gerçekten de mide bulandırıcı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.