İki darbe kışkırtıcısı!
İkisi de gazeteci... İkisinin de yatacak yeri yok... İlki kurnaz, sinsi, hesapçı, müthiş egosantrik bir kişilik...
İkincisi hem cahil, hem zavallı...
İlkinden başlayalım:
Neredeyse meslek hayatının sonuna gelmiş bu gazeteci, Erdoğan’la askerin tiyatro yaptığı düşüncesinde. Yazısına da bu adı uygun görmüş zaten: “Tiyatro...” Erdoğan’ın asker övgüsü olarak nitelenebilecek sözlerini arka arkaya sıralayarak şu “anlamlı” soruyu soruyor: “Asker bu övgüleri yer mi?”
Bütün temennisi, yememesi...
Kendisi anlatsın: “Asker, Erdoğan’ı sevebilir mi? Asker, Erdoğan’ı samimi bulabilir mi? Asker, Erdoğan’ın değiştiğine, Milli Görüş gömleğini sırtından çıkardığına inanabilir mi? Asker, Erdoğan’ın hayata, Türkiye ve dünyaya bakışını beğenebilir mi? Paylaşabilir mi? Asker, Erdoğan’ın Atatürk’e, laik cumhuriyete, din ve devlet işlerine bakışını olumlu bulabilir mi? Asker, Ergenekon ve Balyoz’la ilgili olarak, ‘Ben bu davaların savcısıyım’ diyebilmiş Erdoğan’a güvenebilir mi? Asker, bir Genelkurmay Başkanı’nın ‘terör örgütü liderliği’nden yargılanmasını ne kadar içine sindirebilir? Asker, sırtını sistemli bir biçimde Batı’ya dönen, yüzünü Doğu’ya, İslam âlemine çeviren, Batılı hayat tarzından hiç hoşlanmadığını her fırsatta belli eden bir Erdoğan’a sempati duyabilir mi? Asker, bir cumhurbaşkanı olarak, bir başkumandan olarak Erdoğan’ı ne kadar içine sindirebilir?”
Sorular bu şekilde uzayıp gidiyor.
Bu soruların müellifi kim olabilir?
Elbette Hasan Cemal...
Bütün meslek hayatı darbe kışkırtıcılığıyla geçmiş duayen gazeteci Hasan Cemal.
Bu soruları alt alta sıraladıktan sonra, “Darbe mi istiyorum? Elbette hayır” diye yazıyor.
Darbe istemiyor ama zihin “militarist...” Askere “belirleyici güç” affediyor. Askeri takdir makamına oturtuyor... Erdoğan’ın değişip değişmediğine ya da Milli Görüş gömleğini çıkarıp çıkarmadığına asker karar verebilirmiş gibi... Kıstas askerin bakışı ya da takdiri... Yani Erdoğan, her şeyden ve herkesten önce, kendisini askere beğendirmek zorunda... Dolayısıyla, değiştiğine inandıramamış, sırtını batıya dönmüş, sürekli laikliği zedeleyecek davranışlar sergileyen Erdoğan’ın başkomutanlığı, asker tarafından sindirilememeli.
Hayır, elbette darbe istemiyor ama askere, “Bu Erdoğan, güvenebileceğiniz, başkomutanlığını içine sindirebileceğiniz biri değil” demeyi de ihmal etmiyor.
İkinci gazeteciye gelince...
İsmi Ahmet Hakan Coşkun...
Dediğim gibi, hem cahil, hem zavallı...
Darbe söylentilerinden yola çıkarak, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a açık mektup yazmış. Özetle şöyle diyor: “Son zamanlarda, içeriden ve dışarıdan bazı ifrit tipler ‘darbe olacak’ demeye başladı... ‘Darbe olacak’ demek, ‘Genelkurmay Başkanı darbe yapacak’ demektir. Niçin çıkıp ‘bunlar bühtandır, askere iftira atılmaktadır’ diye bir açıklama yapmıyorsunuz?”
Bu zavallı ve cahil çocuğa şunu söylemek lazım:
Darbe tartışmalarının içine askeri çekmek, büyük bir ihanettir; aynı darbe kışkırtıcılığıdır. “Darbe olabilir” demek, “Genelkurmay Başkanı darbe yapacak” demek değildir.
Hiçbir yerde, hiçbir mecrada, “Asker darbeye hazırlanıyor” diye bir haber çıkmadı. Biraz gazete oku...
Darbe konusunda yazılanlar şunlar: Aralarında “uyuyan hücre” tabir edilen “Fethullahçı subaylar”ın da bulunduğu bir cunta, bir oldubitti yaratıp, darbe yapabilir... Genelkurmay Başkanlığı dikkatli olsun...
Hepsi bu.
Darbelerin, ille de, “emir-komuta” zinciri içinde yapılması gerekmiyor... 27 Mayıs örneğinde olduğu gibi, emir-komuta zinciri dışına çıkmayı başarmış bir cunta da darbeye yeltenebilir. Biraz tarih oku...
Sen açık mektubunu Orgeneral Hulusi Akar’a değil, Pensilvanya’da oturan zata yazacaksın... “Sizin çocukların da aralarında bulunduğu bir cunta darbeye hazırlanıyormuş. Ne iş?” diyeceksin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.