Bu kadar şerefsizliği tolere ederiz
PKK neyi “sufle” ediyorsa hep onu söyledi, orijinal bir fikir üretmedi, samimiyeti konusunda hep kuşku uyandırdı... Üstelik 52 insanımızın katledilmesiyle sonuçlanan “Kobani provokasyonu”nun baş mimarıdır. Eli kanlıdır.
Hâlâ samimiyeti konusunda şüphelerim var ama dün söylediği bir şeyi “önemli” buldum.
PKK’nın bu dönemde “barış ihtimalini büyütecek bir çaba içinde olması” gerektiğini söyledi ve tırsak bir dille de olsa, Cemil Bayık’ın “Savaşı şehirlere taşıyacağız” sözünü eleştirdi.
Diyebilirsiniz ki, “Deniz tükendi. Demirtaş’ın bu türden açıklamalar yapmak dışında bir seçeneği bulunmuyor. O kadar da abartmamak lazım...”
Buna vereceğim cevap bellidir:
Doğru... Deniz tükendi... Klasik PKK-HDP siyaseti iflas etti. Üstelik hendeklerden sonra PKK sosyal tabanını kaybetmeye başladı. Demirtaş’ın “çözümcü tavır” sergilemek dışında bir seçeneği bulunmuyor. Abartmamak lazım...
Doğru ama yine de önemli buluyorum söylediklerini.
Hayır, “Dolmabahçe sürecine dönülmelidir” görüşünden yana değilim.
Hiç dönülmemelidir.
Dolmabahçe’nin kapısından bile geçilmemelidir.
Dolmabahçe süreci “tuzaklarla” doluydu çünkü.
Devlet, bir ara, PKK’nın gerçekten de barış isteyebileceğini düşündü, sunulan yol haritasına inandı, Öcalan’a gereğinden fazla önem (rol) atfetti.
Fakat görüldü ki, belirleyici olan Öcalan ve HDP (yani meşru siyaset çizgisi) değilmiş.
Belirleyici olan, uluslararası güçlermiş.
HDP çünkü, uzun süre, “savaşın bitirilip bitirilmeyeceği konusunda tek karar mercii” olduğu sanılan PKK’nın “halkla ilişkiler bürosu” gibi çalıştı... PKK da, bu hareketin sosyal tabanını oluşturduğu söylenen yığınların değil, birtakım uluslararası güçlerin güdümünde hareket etti.
Hadi daha açık konuşalım:
Dolmabahçe’deki “çözüm tiyatrosu”, savaş tahkimatı yapan PKK’ya zaman ve fırsat oluşturmak dışında bir işe yaramadı. Maksat, devleti bir fikre saplayıp, oyalamaktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu erkenden sezdiği için, sürecin bu haliyle devam edemeyeceğini söyledi ve işi bitirdi... Böylece, hem PKK’yı, hem de “çözümden yanaymış gibi” yapan HDP’yi açığa düşürmüş oldu...
Oysa, “Kiminle savaşıyorsan, barışı onunla yaparsın” görüşü uyarınca, devlet bu görüşmeleri Amerika’yla yapmalıydı. Daha açık söylemek gerekirse, savaşı bitirip bitirmeyeceğine karar verecek güç PKK değil, terör örgütleri üzerinden bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışan Amerika’ydı.
Peki, Demirtaş’ın çağrısını niçin önemli buldum?
Şundan:
PKK türünden terör örgütleri, meşruiyetlerini biraz da, kamuoyu desteğine borçludurlar. Belli çevreler, PKK’yı hâlâ “terör örgütü” olarak görmüyor. Bunlar arasında bol miktarda aydın, entelektüel ve akademisyen var.
Mesela, bu çevreden sayacağımız bir grup akademisyen, bundan bir süre önce, devletin terörle mücadelesini “faşizm” olarak değerlendiren bir bildiri hazırlayıp imzaya açmıştı.
Murat Belge ve Hasan Cemal gibi aydınların da “aferin”ini almıştı.
Diyorum ki, Demirtaş’ın “limitleri zorlayan” çağrısı doğrultusunda, bir bildiri daha hazırlayıp, terörü şehirlere taşıyacağını müjdeleyen PKK’ya “Sağda solda bomba patlatmayı bırakın. Bu dönemde barış ihtimalini büyütecek bir çaba içinde olun!” derler mi?
Bu dönem önemli zira...
FETÖ’nün darbe girişiminden yeni çıktık.
Ülke iç savaşın kapısından döndü. (Gerçi, FETÖ’nün darbe girişimine “tiyatro” diyorlar ama çözüm uğruna bu kadar şerefsizliği tolere edebiliriz.)
Demirtaş kadar olsunlar hiç değilse, PKK’yı silah bırakmaya icbar edecek “namuslu” bir tutum geliştirsinler.
Bu dönemde konuşmayacaklar da, ne zaman konuşacaklar?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.