Ankara’nın vakit kaybına tahammülü yok
Yeni ABD yönetimi bizim çoktan beri ısrarcı olduğumuz ve duymak istediğimiz şeyi söyledi. Suriye’de bir güvenli bölge oluşturulmasına sıcak baktıklarını açıkladılar. Bunu, tam da Astana’da devam etmekte olan ve çok da pozitif gittiği söylenemeyecek barış görüşmeleri sırasında yaptılar. Rusya’nın Trump yönetiminden gelen bu öneriye mesafe koymasından anlaşılan o ki beklendiği gibi Washington, Moskova’nın tek başına oyun kurmasına izin vermiyor. Tek başına başkanın Putin sempatisi iki ülke ilişkilerinin geleneksel rekabetten arınmasına yetmiyor.
Toplamda ne Astana’dan nihai barış çıkar ne de ABD yönetimi güvenli bölgeyi en iyi ihtimalle bugünden yarına oluşturabilir. Bu manzaradan çıkan sonuç Suriye konusunda önümüzde uzun bir yol olduğudur. Ki, bu da beklenmedik bir durum değildir.
Süreç böyle gelişince akla ilk gelen Türkiye’nin iki arada bir derede kalabileceğidir. Yani, bir yandan Rusya’yla çok iyi bir ilişki ivmesi yakalanmış durumda ve yeni ABD yönetiminden de çok yüksek beklentiler bulunuyor. Böyle olunca iki süper gücün istekleri arasında ortada kalmak riski varsayılabilir.
***
Ama bu doğru değil. Yani, Ankara iki arada bir derede kalmak gibi bir riskle karşı karşıya bulunmuyor.
Bilakis, eğer iyi yönetilirse tam fırsat dönemi olabilir. Sonuçta Suriye konusunda istediklerini başaramamış olsa da Ankara’nın kafası nettir.
Nedir bu istekler?
Birincisi Esad’ın başta kalması kabul edilemez. Evet, bu talep an itibarıyla hem Rusya hem de yeni ABD yönetiminin istekleriyle çelişiyor. Ancak, özellikle geleneksel Cumhuriyetçi eğilim ağırlık koymaya başladıkça Trump’ın da Esad’la devam kararı zayıflayacaktır.
İkinci önemli konu PYD yönetiminin Kuzey Suriye’yi kuşatıp çevirmesi ve devamında bir özerklik, otonom ihtimaline yönelik itirazdır. Ki aslında PYD meselesi Türkiye için birinci önceliktir. Ne var ki hem Rusya hem de ABD’nin PYD’ye sempatisi en büyük sorundur. Ancak, gerçek şu ki PYD’ye yüz verme hali devam ederse ABD Türkiye’yi kaçınılmaz olarak kaybeder. Özetle, ya Rusya ya da ABD ya da ikisi birden PYD politikasını değiştirmek zorundadır. Türkiye’nin diplomatik becerisini en yüksek düzeyde tutmak zorunda olduğu konu da budur.
***
Üçüncü konu IŞİD’le mücadeledir. Görünürde bu konuda herkes ittifak halindedir. Yani, en azından Türkiye’nin eli rahattır ve hatta ağırlık koymakta bir sorunu olmayacaktır.
Suriye meselesi, durdukça büyüyen ve büyüdükçe de Türkiye’nin güvenlik maliyetlerini artıran bir problemdir. Bir başka ifadeyle en güçlü aktör değiliz ama çözüme en çok ihtiyacı olan Türkiye’dir.
Obama döneminde yaşanan hayalkırıklığı da bir veri olarak ele alınıp, daha fazla zaman kaybetmeden Washington’u adım atmaya zorlamak en iyi yöntem olacaktır.
Nihai istekleri hem Rusya hem de ABD tarafından desteklenmiyor olsa da kaliteli bir çözüm için gücünü kullanabilir. Bazen yapıcı bazen de bozucu imkanlarını kullanarak yeni diplomaside inisiyatif almalıdır da...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.