Din-siyaset ilişkisi nasıl olmalı?
Bütün toplumlarda olduğu gibi İslam toplumlarındaki din-siyaset ilişkisi de yüzyıllardır hep bir sorun alanı olarak tartışılmış, günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir. Öyle ki bu konuda yapılan sayısız yorumlar, analizler ve tarih içinde oluşan anlayış farklılıkları zamanla Müslümanlar arasında derin kırılmalara ve kutuplaşmalara yol açmıştır.
Elbette siyasetle dini kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü din hayatın her alanını kuşatan, ahlaki ve hukuki kurallar vazeden ilahi emirler bütünüdür. Dolayısıyla hayatı dinden soyutlayamayız.
Ama aynı zamanda biliyoruz ki, temel nasları vazeden din yönetime, siyasete ilişkin konulardaki kararları ve de uygulamaları tamamen beşeri iradeye bırakmıştır. Özellikle 1970’li yıllarda Türkiye’de çokça tartışıldığı gibi dinin bir ‘şeriat devleti’ modeli yoktur ve ayrıca Kur’an’da ve Sünnet’te böyle bir modele ilişkin atıf bulunmamaktadır. Hz. Peygamber’in vefatından sonra yerine geçecek isim konusunda herhangi bir işarette bulunmaması da son derece ibret vericidir. Yani devletin başına geçecek isim konusundaki kararı tamamen müminlerin iradesine bırakmıştır.
***
Eğer Peygamber kendisinden sonra gelecek isimle ilgili bir vasiyette bulunmuş olsaydı, belki de sultanlıkların ya da krallıkların önünü açmış olacaktı. Böyle bir yolu tercih etmemiştir, zira İslam bir krallık ve sultanlık rejimi değildir.
Aslında dinle siyaset arasındaki problemler, dört halife döneminin hemen sonrasındaki yıllara kadar dayanmaktadır. Birinci halkayı oluşturan sahabe arasında daha o günlerde başlayan siyasi ayrılıklar ve çatışmalar zaman içinde giderek bir inanç haline getirildiği için din-siyaset ilişkisi hep bir sorun alanı oluşturmuştur.
Ve tarihsel süreç içerisinde ‘biat’ı esas alan Sünni siyaset düşüncesi o dönemdeki cari kültürün de etkisiyle seçimi değil, bağlılığı öne çıkaran bir siyasi gelenek oluşturmuştur. Eğer gerçek anlamda bir şura sistemi inşa edilebilseydi, bugün belki de İslam toplumları için daha örnek bir modeli tartışıyor olacaktık.
Tam bu noktada ‘din-siyaset ilişkisi’ni tartışırken Prof. Ali Bardakoğlu Hoca’nın “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme” kitabındaki tespitlere müracaat etmek durumundayım. Bardakoğlu Hoca diyor ki: “Teoride seçici kurul gibi tasarlanan “ehlü’l-hall ve’l-akd” düşüncesi pratiğe yansımamış, “şura” da uygulamada saray çevresiyle sınırlı dar ve işlevsiz bir istişareye dönüşmüş, itaat kültürü ağır basmıştır. Sünni kesimin siyaset düşüncesinde tarihi tecrübe, özellikle de Abbasi hilafet modeli belirleyici bir etkiye sahiptir. Ancak Abbasi tecrübesi zamanla tarihten kopartılarak çerçeve bir İslam siyaset teorisi haline gelmiştir.”
***
Genel ahlak ilkelerini belirleyen Kur’an ve Sünnet’te siyasete ve yönetime ilişkin atıflar bulunmadığına göre, günümüzde de insanlar siyaseti çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına göre yapmak durumundadırlar. Yani, başında bulundukları toplumları Tanrıdan alınan bir güçle değil, milletten alınan yetkiyle yöneteceklerdir. Nitekim dört halife dönemindeki yönetim anlayışı da böyle olmuştur.
Bardakoğlu Hoca’nın ifadesiyle, “Halife de yeryüzünde Allah adına iş gören yönetici değil, Hz. Peygamber’in dünyevi otoritesini devam ettirecek ümmet adına iş gören kimse olarak anlaşılmalıdır.”
Unutmayalım ki Hz. Peygamber’in siyasi anlamda bize bıraktığı en önemli emanet ‘ehliyet, istişare, emanet ve hukuka riayet’i esas alan, yani ahlaki ve hukuki ilkelere dayalı bir yönetim modelidir.
Bunun dışında İslam toplumlarında farklı uygulama biçimleri bulunan, hatta zaman zaman saptırılmış örneklerle karşımıza çıkan “Biat’, “Ulu’l-emr” gibi kavramları tarihi pratiği dışına çıkartarak, sanki İslam’ın evrensel siyaset yaklaşımıymış gibi sunmak, dün olduğu gibi bugün de sorunludur ve de buradan sağlıklı bir ‘din-siyaset’ ilişkisi çıkmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.