Üç hain!
Kayaşehir’de saklandıkları bir evde yakalandılar. Üç firari FETÖ’cü... Biri hâkim, diğer ikisi savcı
Gazeteler, haberi, “hainler böyle ele geçirildi” başlığıyla duyurdu.
Bir süre öncesine kadar kritik davalara bakan ve popülaritesi oldukça yüksek hâkim ve savcıların gördüğü haklı muamele: “Hain!”
Firariler arasında benim dikkatimi çeken isim, Adnan Çimen oldu.
Kendisiyle daha önce bu köşede müşerref oldunuz.
Dönemin Başbakanı Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı dinletmişti. “Selam-Tevhid Terör Örgütü” soruşturmasına bakıyordu.
Sadece Başbakanı değil, aralarında Ertuğrul Özkök’ün de bulunduğu çok sayıda gazeteciyi dinletmişti.
Kendisine, “Niçin Başbakan’ı ve MİT Müsteşarı’nı dinlettin?” diye sorulduğunda, pişkince şu cevabı vermişti: “İran ajanlarının izini sürerken, ikilinin görüşmeleri dinlemeye takıldı.”
Sonra da, yine pişkince şunu eklemişti: “Dinlemeye takılmakla, dinlemeye alınmak farklı şeylerdir...”
Detayını kendisi anlatsın: “Bir internet sitesinde Sayın Başbakan’ın danışmanının telefonuyla yaptığı görüşmenin dinlendiği belirtilmiş. Eğer haber doğruysa burada olay bellidir. Demek ki ilgili danışman hakkında dinleme kararı alınmış. Sayın Başbakan da bu telefonu kullanınca görüşme dosyaya girmiştir. Sayın Başbakan, bakanlar ve MİT Müsteşarı mahkeme kararıyla dinlenmemiştir. Varsa çıkarın belgeleri, hodri meydan... Karşınızda paçavradan hukukçular yok. Dinlemeye takılmayı, bize dinleme diye yutturamazsınız...”
Bu “paçavradan hukukçu” olmayan FETÖ’cü savcı, meydan okuyuşunu şu hayasız savunma cümlesiyle tamamlamıştı: “Burada suç oluşturacak tek eylem, suç unsuru içermeyen dinleme kayıtlarının imha edilmeyip dosyada bırakılmasıdır.”
Suçu, soruşturmanın diğer savcısına, yani ortağına atmıştı.
Bir diğer ifadeyle, ortağını satmıştı.
O sıralarda (soruşturmadan el çektirildikten sonra), savcı Adnan Çimen’in sosyal medya paylaşımlarına bakmıştım.
Paçavradan hukukçu değildi ama hep “paçavra”dan işlerle uğraşıyordu. Mütemadiyen, ülkemizdeki “Acem tehlikesinden” söz ediyordu.
Bunlar (yani Acem uşakları) ülkemizde çok etkiliymişler. Her tarafı kuşatmışlar. Başbakanı bile etkisi altına almışlar. Hatta istihbarat teşkilatını bile ele geçirmişler.
Savcımız, dosyadan el çektirilmesini bu etkiye bağlıyordu:
Tam İran ajanlarını kuyruğundan yakalayacakken, hükümet Emniyet’e operasyon başlatmış. Ajanlar da sırra kadem basmışlar.
İçimizdeki ajanlar da öyle böyle ajanlar değillermiş hani... Çok tehlikeliymişler. Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u, Uğur Mumcu’yu, Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürmüşler. Devletin gizli bilgilerini kaçırmışlar... Suikastler hazırlamışlar... Kim bilir bundan sonrası için ne melanet tezgâhlıyorlarmış!
İşbu paçavradan hukukçu olmayan savcı, 2015 Kasım’ında yurt dışına kaçmaya çalışırken yakalandı, pasaportuna el konuldu, sonra salıverildi.
Hakkında yakalama kararı çıkarıldığında ortalıktan kaybolmuştu.
Diğeri (MİT Müsteşarı’nı ve bağlantılı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutuklamayı kafasına koymuş) Sadrettin Sarıkaya kaçmayı başarabildi.
Darbeden bir süre önce, Türkiye’ye döndü.
Darbe başaralı olsaydı Erdoğan’ı ve Fidan’ı soruşturma görevini üstlenecekti.
Darbeciler mağlup olunca hevesi kursağında kaldı. Tekrar kaçmaya yeltendi ama kaçamadı. Bir “FETÖ gönüllüsü”nün tuttuğu evde (Adnan Çimen ve hâkim arkadaşıyla birlikte) gizlenmeye başladı.
Ele geçirilirkenki görüntülerini izledim.
Elleri arkadan kelepçeli, suratlarında bir karış sakal, enselerinden yere çöktürülmüş, şaşkın ve dağılmış bir vaziyette bakıyorlar.
Fotoğrafa bakınca şöyle düşündüm.
Fetullah Gülen, eserinden ve adamlarının düşürüldüğü durumdan memnundur.
Belki adamları da, bu vesileyle, “Bizi rezil kepaze etti, insan içine çıkamaz hale getirdi” diye bir sorgulama sürecine girerler.
Girerler mi?
Bundan çok emin değilim işte!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.