AK Parti bu ülkenin temel harcıdır
Referanduma sayılı günler kala ‘evet’ ve ‘hayır’ üzerinden yürütülen kazanma mücadelesi son derece kırılgan bir noktaya gelmiş bulunuyor. İşin başında herhalde hiçbirimiz anayasa değişikliğinin bir vatan-millet meselesine dönüşeceğini düşünemezdik.
Oysa anayasa değişikliği özünde, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin milletin onayına sunulmasını amaçlamaktadır. Bütün referandumlarda olduğu gibi bu referandumda da millet, getirilmek istenen değişiklikler aklına yatıyorsa ‘evet’diyecek, eğer aklına yatmıyorsa ‘hayır’ diyecek, mesele bundan ibaret...
Ama ne hikmetse, bu demokratik yarış adeta bir ‘milli mücadele’ meselesine dönüştürülerek bunun üzerinden hesap görmeye dönüştürülmüş durumda. İşin en dramatik tarafı da, sanki bu referandumda Tayyip Erdoğan’ın ve AK Parti’nin geleceği oylanıyormuş gibi bir havanın oluşturulmasıdır. Doğrusu bu hiç de hakkaniyetli bir tutum değil.
***
Bir kere AK Parti bu ülkenin temel değerlerini içselleştirmiş, toplumun taleplerini, beklentilerini doğru okumuş ve bu yüzden de bileğinin hakkıyla 15 yıl iktidarda kalmayı başarmış bir partidir. Yani AK Parti bu ülkenin bütün renklerini, değerlerini kucaklamayı başardığı için aynı zamanda ülkenin temel harcı olmuştur. Dolayısıyla bugün Türkiye toplumunun muhtemel tercihlerini, AK Parti üzerinden bir yarışa indirgemek öncelikle bu partiye büyük haksızlıktır.
***
Bir gerçeğin altını tekrar tekrar çizmekte yarar var; AK Parti demokrasinin standartlarını yükselterek, ekonomik refahı arttırarak, toplumdaki farklı fikirleri, farklı kimlikleri, farklı inançları aynı kardeşlik ikliminde buluşturarak bugünlere geldi. Herkes zihninin bir tarafına şu gerçeği yazmalıdır; AK Parti demokratik hedeflerin, özgürlüklerin partisidir, ekonomik kalkınmanın adresidir ve de AB standartlarında bir Türkiye hayalini gerçekleştirmek üzere yola çıkmış bir partidir. İçinde bulunduğumuz şartların zorluklarına rağmen, bu hedeflerden sapmak gibi bir lüksümüz asla olamaz.
İşte tam da bu yüzden referandum kampanyasının memlekete neler getireceğinden çok, bambaşka bir mücadeleye dönüştürülmesini doğrusu anlamak pek mümkün değil.
Memlekette öyle bir hava var ki, sanki bu referandumla Avrupa’ya, Amerika’ya ders vereceğiz, dünyada bize yan bakan bütün güçleri hizaya sokacağız. Genel olarak seçim ve referandum kampanyalarında zaman zaman keskin söylemler dillendirilebilir, kitlelerin motivasyonu açısından bir yere kadar bunu anlamak mümkün. Ancak söylem dilinin aşırı keskin hale gelmesi, toplumların hafızasında kendisi dışında herkesi düşman görme gibi bir anlayışı kalıcı hale getirirse bu hiç de makbul bir durum olmayacaktır.
***
Evet kabul etmek gerekiyor ki Avrupa Birliği ülkeleri bize hiç de hakkaniyetli davranmadılar, hele de son günlerde bakanlarımıza karşı sergiledikleri antidemokratik tavrı kabul etmek asla mümkün değil. Elbette diplomatik düzlemde mücadelemizi sürdürüyoruz, sürdürmeliyiz de... Ama bilelim ki mücadelenin yolu, tümden kapıları kapatıp kendi başımıza kalmak değildir. Bir kere an itibariyle ticaret hacmimizin büyük bir bölümünü Avrupa ülkeleri oluşturmaktadır. Bu veri bile başlı başına akıl ve mantıkla bir mücadele stratejisini gerektirmektedir.
Unutmayalım ki Türkiye dünyada kendi başına yaşayan bir ülke değildir. Çoğu zaman hiç de uyuşmadığımız, hatta zaman zaman kavgalı olduğumuz ülkelerle bile milli çıkarlarımız gereği diplomatik ilişki kurmak, ticari ortaklıklar yapmak, alış-verişte bulunmak durumundayız. Zaten uluslararası ilişkilerin tabiatı da bunu gerektirmektedir. Ayrıca diplomasi diliyle söylemek gerekirse, ülkeler arasında ebedi dostluklar ya da ebedi düşmanlıklar değil, daha çok çıkar ilişkileri geçerlidir.
Biliyoruz ki 16 Nisan referandumu bir demokrasi yarışıdır, sonuç ne olursa olsun, 16 Nisan’dan sonra da Türkiye’nin hedefleri hep baki kalacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.