İslam’da kuvvetler ayrılığı var mı?
Son dönemde adaletin tecellisi açısından “hukukun üstünlüğü”, “kuvvetler ayrılığı” prensibi, hürriyetlerin teminat altına alınmasının önemi ve İslam toplumlarının bu ilkelerden mahrumiyeti konusunda yazdığım yazılara zaman zaman ilginç, bazen de dramatik eleştiriler alıyorum. Mesela bir okurum diyor ki: “Nedir bu Batı ve demokrasi hayranlığınız, İslam’da kuvvetler ayrılığı mı var? Yok özgürlükmüş, demokrasiymiş, zararlı fikirleri yazı diye yazanlar; İslam’la ilgisi olmayan insanlar da mı özgür olsun. Memleketimizde demokrasi var, eğer bu Batı hayranları halktan korkmuyorlarsa yapalım bir referandum, bakalım onların sapık düşüncelerine halk ne diyecek?”
Artık bir eleştiri niteliği bile taşımayan bu tür sayıklamalara hiç şaşırmıyorum, zira insanların zihinlerinin öylesine allak bullak olduğu bir dönemde yaşıyoruz ki kimsenin makul olan nedir ya da inandığımız dinin bize nasıl bir hayat tarifi yaptığı konusunda kafa yormak gibi bir derdi yok.
Mesela “zararlı fikirler” ne demek? Bizim beğenmediğimiz aykırı görüş serdeden insanlar cezaevine mi atılmalı? Okurun eleştirisinde olduğu gibi “zararlı yazılar”yazan yazarlar için referandum yapıp onları mahkum mu etmeliyiz? Müslümanlar dışındaki insanların da özgürlük diye bir hakkı olamaz mı?
***
Biliyorum, bu ifadelerin akılla ve mantıkla izah edilebilir bir tarafı yok. Ancak ne yazık ki şu anda memlekette hakim olan iklim bu. Bu öylesine çatışmacı ve gerilim yüklü bir dil ki neredeyse bazı insanlar ellerinden gelse beğenmedikleri yazarlara, siyasetçilere, düşünce insanlarına yaşama hakkı bile tanımayacaklar. Toplumda bu tür düşüncelerin giderek yaygınlık kazanıyor olması gerçekten endişe verici.
Bu arada her şeyin halka sorulması konusunda da bir noktanın altını çizmekte yarar var, temel özgürlükler referandum konusu yapılamaz. Yani insanlar inançları, kimlikleri ve düşünceleri üzerinden referandum yoluyla yargılanamazlar. Çünkü yargılama, tamamen tarafsız ve bağımsız mahkemelerin işidir. Ayrıca hem demokrasiyi “Batı hayranlığı” olarak göreceksiniz hem de referandum yoluyla, “zararlı fikirler” üreten yazarları halkın yargılamasını isteyeceksiniz, doğrusu bu nasıl zehirli bir düşüncenin ürünüdür anlamakta güçlük çekiyorum. Eminim, beğenmedikleri yazarların görüşlerinin referandum yoluyla yasaklanmasını isteyenler, ezanın yasaklanmasını referanduma taşıyan İsviçre’yi de çok takdir etmektedirler.
Elbette “Milli irade” önemlidir ama hukukun üstünlüğünün ve kuvvetler ayrılığının eşlik etmediği bir Milli irade, uygulama aşamasında her zaman eksik kalacaktır. Ayrıca “İslam’da kuvvetler ayrılığı var mıdır?” gibi bir abeslikten de kurtulmak zorundayız. Biliyoruz ki İslam, hukuk konusunda temel prensipleri vazetmiş ve adaletle hükmetmeyi emretmiştir.
***
Bu konuda Nihat Ergün’ün Otto yayınlarından yeni çıkan “İktisadi ve Siyasi Düşüncede Akıl” (Hanefi-Maturidi ekol bağlamında) adlı kitabında aktardığı dikkat çekici bir örnek var: “Hz. Ömer eyaletlerde vali ve kadıları ayırarak kuvvetler ayrılığı prensibinin ilk uygulamasını başlatmış, valilerden atama öncesi mal beyanı isteme uygulaması ile de yolsuzlukla mücadelede önemli bir ilke getirmiştir.” Bu arada, Hanefi-Maturidi çizginin imkanlarıyla iktisadi ve siyasi hayatı yeniden yorumlamak açısından Nihat Ergün’ün çalışmasının son derece önemli olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Eğer gerçekten niyetimiz hak, hukuk ve adaletin tecellisini temin etmekse gerek İslam’ın Dört Halife dönemindeki uygulamalarında gerekse hukukun üstünlüğünü esas alan modern hukukta sorunlarımızı çözecek örnekleri rahatlıkla bulabiliriz. Yeter ki maksadımız halis olsun...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.