Berberoğlu konuşursa yer yerinden oynar
Enis Berberoğlu’na verilen ceza adalet duygularımızı zedeleyebilir, MİT TIR’ları kumpasının “casus” gazetecisi Can Dündar için daha az ceza istenirken ortaya çıkan “25 yıl” kararı “orantısız” bulunabilir, bu orantısızlık FETÖ’yle ilişkilendirilebilir.
Hatta “25 yıl az... Daha çok ceza almalıydı” denilebilir.
Hepsi kabul...
Fakat tartışılmayacak/tartışamayacağımız temel gerçek şudur:
MİT TIR’ları hadisesi, bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin “ulusal güvenliğine saldırıdır” ve düpedüz casusluk faaliyetidir.
Bu tür faaliyetler dünyanın her yerinde cezalandırılır.
Efendim, gazeteci “gazetecilik görevini” yapmıştır.
Doğrudur, gazeteci eline geçen belgeyi/görüntüyü yayınlamak ister... Ama yaptığı iş “ulusal güvenliği” ilgilendiriyorsa ve hele hakkında “yayın yasağı” bulunan bir konuda “gazeteciliğini” hatırlıyorsa, gazetecilik yapması gereken daha hayati konularda araziye uymayı tercih ediyorsa, bunun bedelini öder.
Hangi eylemin “gazetecilik”, hangi eylemin “casusluk” sayılacağı yasalarda belirtilmiştir.
Bu kadar nettir.
Bitmiştir.
Enis Berberoğlu, mahut “yasak belgeleri” Can Dündar’a servis etmekle suçlanıyor. (Can Dündar’ın ifadesine göre, “Belgeleri benden aldığını söyleyebilirsin. Çekinecek bir şeyim yok...” demiş. Belli ki, bir garantiyle konuşuyor. Ya da “cezalandırılmayacağını” ve mutemet bir “el” tarafından “korunacağını” düşünüyor.)
O belgeler, gökten zembille inmedi.
Mutlaka birileri tarafından Berberoğlu’na ulaştırıldı.
O “birileri” kim?
Enis Berberoğlu bunu açıklamalıdır.
O isim ya da isimler ortaya çıkarsa, Türkiye’ye kurulan kumpas da aydınlığa kavuşacaktır. İlaveten, FETÖ mamulü “kirli malzemelerle” CHP’yi enforme eden ve koskoca genel başkanı grup toplantılarında “tape” okumak gibi bir “düşüklüğe” sevk eden aktörlerin ve elbette halkı kışkırtmayı görev edinmiş “siyasetçi” kılıklı müntesiplerin ipliği pazara çıkacaktır.
Böylece, Atatürk’ün partisi CHP’ye kurulmuş FETÖ kumpası da boşa çıkmış olacaktır.
Berberoğlu konuşmalıdır!
İşte gerçek tuz yürüyüşü
Kışkırtıcı genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Yeni darbenin tarihi 15 Haziran olacak...” söylentilerinin üzerine, tam da 15 Haziran günü başlattığı yürüyüş, Gandi’nin ünlü “tuz yürüyüşü”ne benzetiliyor.
Bir “benzerlik” var, doğru...
Sadece biçimsel bir benzerlik bu...
Çünkü ikisinin eyleminde de “yürüyüş” var.
Fakat içerikleri çok farklı...
Gerçek Gandi, “özgürlük” için yürüyordu.
Çakma Gandi, FETÖ kumpasçıları deşifre olmasın diye yürüyor.
Gerçek Gandi, “Yabancı devletler içişlerimize karışmasın” diye yürüyordu.
Çakma Gandi, “Yabancı devletler içişlerimize daha fazla karışsın” diye yürüyor.
Gerçek “tuz yürüyüşü”nü, Salı günü Mardin’in Savur ilçesinde idrak ettik.
Darıca Belediye Başkanı Şükrü Karabacak’ın daveti üzerine, bir grup gazeteci arkadaşla birlikte (Turgay Güler, Hasan Öztürk, Yusuf Ziya Cömert) Savur’a gittik ve “halk iftarına” katıldık. İki kardeş belediye başkanının, Şükrü Karabacak ve İdris Koç’un halkla kucaklaşmalarına tanık olduk.
Savur, küçük bir Mardin...
Mardin’in “bakımsız” minyatürü...
Beledi hizmetler konusunda oldukça talihsiz. Bir süre, epeyce uzun bir süre terör örgütünün muhasarası altında kaldığı için, çivi bile çakılmamış.
Şükrü Bey ve genç kaymakam/belediye başkanı İdris Koç, elbirliğiyle, Darıca Belediyesi’nin kılavuzluğunda, Savur’u kalkındırmak, çehresini değiştirmek ve orada yaşayan güzel insanları beledi hizmetlerden yararlandırmak için ortak bir çalışma başlatmışlar...
Bu çalışmalara tanıklık ettik.
Dahası, Savur’un güzel insanlarıyla aynı sofrada diz kırdık.
Birlikte üzüldük.
Birlikte güldük.
Bu kadar iç karartıcı haberin arasında bize bu “güzelliği” yaşatan Şükrü Bey’e huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.