Peki kim bu adaletin katili?
Bir yazıya FETÖ ile başlamanın tatsız ve de insanın içini karartan bir durum olduğunu biliyorum. Hatta ‘memleketin başka meselesi yok mu’ diye eleştirenler bile olabilir. Ama inanın, özellikle 15 Temmuz sonrası memlekette şikayetçi olduğumuz bütün sorunların temelinde bu FETÖ musibeti yatıyor.
Çok abartılı bir cümle mi kurdum dersiniz? Ama hayır, zira bu örgüt 15 Temmuz gibi bir ihanete cüret ederek sadece toplumu on yıllarca sürecek bir travmaya mahkum etmedi, aynı zamanda siyasetin ve bütün kurumsal yapıların da temeline dinamit yerleştirdi. Daha da vahim olanı, bu ihanetin Türkiye’yi bir beka sorunu ile karşı karşıya bırakmış olmasıdır.
Kabul etsek de, etmesek de önümüzde çok yakıcı bir gerçek var ki, şu anda ülkenin hiçbir ciddi sorununu sağlıklı bir demokratik ortamda tartışamıyoruz.
***
Farz edelim ki ‘hukukun üstünlüğü’ konusunda memlekette bir zaaf algısı mı var, bu durumu 15 Temmuz öncesinin Türkiye şartlarında olduğu gibi tartışamayız. Mesela şu anda tutuklu bulunan bazı gazetecilerin, yazarların ya da yolu bu şebekeye düşmemiş insanların aslında hayatlarının hiçbir döneminde FETÖ’cü olmadığını, onların da Türkiye’deki pek çok insan gibi bir şekilde bu Haşhaşilerle yollarının kesiştiğini söyleseniz, siz de rahatlıkla FETÖ’cü damgası yiyebilirsiniz.
Oysa biliyoruz ki bu ülkede bir dönem, cumhurbaşkanlarından, başbakanlara, bakanlardan vekillere, iş dünyasından gazetecilere kadar pek çok insan bu din pazarlamacılarıyla aynı fotoğraf karesinde yer aldı ve onlara itibar etti. Dolayısıyla bu konuda hiçbirimiz masum değiliz...
***
Ama bütün bunlara rağmen hiç tereddütsüz şöyle bir cümlenin altını özellikle çizmek gerekiyor: “Bu ülkede adaletin de katili FETÖ’dür.”
Eğer 15 Temmuz gibi bir felaketi yaşamamış olsaydık, hepimiz için hayati öneme sahip adalet konusundaki şikayetlerimizi, özgürlüklerle ilgili endişelerimizi OHAL şartlarında konuşuyor olmayacaktık. Elbette bu, ülkedeki bir takım hak-hukuk ihlalleri, demokrasi ve özgürlüklerdeki standart kaybı konusunda siyasal iktidarların hiçbir sorumluluğu yoktur anlamına gelmiyor. Ama bir gerçek var ki, maalesef hukuku da, demokrasiyi de, özgürlükleri de 15 temmuz öncesinde olduğu gibi konuşamıyoruz.
Kuşkusuz bu konuda toplumu en çok rahatsız eden durum, yaşın yanında kurunun da yanıyor olmasıdır. Açıkçası ben, devlet içindeki FETÖ’nün uyuyan hücreleriyle ilgili fena halde endişeleniyorum. Çünkü bazı durumları akılla, izanla, hukukla izah etmek ne yazık ki mümkün değil. Mesela daha 17-25 Aralık öncesinde FETÖ ile mücadele eden, mücadele stratejileri geliştiren Adalet Bakanlığı eski müsteşarı Birol Erdem’in FETÖ’den gözaltına alınması... Bu tilkilerin kuyruklarını birbirine değdirmeden palanlar yapanlar kimlerdir, nasıl bir aklın ürünüdür orası meçhul... Bir başka kafa karıştırıcı mesele de Enis Berberoğlu... Açıkçası Enis’in davasının kıyısında, köşesinde dolaşan uyuyan hücreler ya da kriptolar var mıdır doğrusu çok merak ediyorum.
***
Bu tür endişeler ortada dolaşırken bir yanlışa da düşmemek lazım; demokratik sınırlar içinde sorunlarla ilgili olarak siyasi iktidarı, cumhurbaşkanını eleştirebiliriz ama bunu yaparken FETÖ’cü şebekenin memleketin başına açtığı belayı da dikkate almak zorundayız. Yani iktidar, bir gün sabah erken kalkıp dünyaya şan olsun diye OHAL ilan etmedi.
Galiba her şeye rağmen, hepimizin ortak geleceği adına bir tespitte uzlaşmak zorundayız; eğer bir toplumda ‘adalet’ kavramı konusunda bir takım soru işaretleri ve endişeler oluşmaya başlamışsa bu konuda süratle çözüm adımlarının atılması artık bir zaruret haline gelmiş demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.