28 Şubat’ta kim neden özgürlük ve adalet aradı?
Biliyorum, bugünlerde 28 Şubat’ı konuşmanın hiç de zamanı değil. Üzerinden tam 30 yıl geçmiş bir yangını yeniden alevlendirmek gibi bir niyetim yok elbette. Ancak geçmişte yaşananların tarihin tozlu sayfaları arasında kalmasının ötesinde, çok daha önemli bir fonksiyonu vardır, o da günümüze ışık tutan tecrübeler toplamı olmasıdır.
Bu yüzden şimdilerde unutulmaya terk ettiğimiz hüzünlü bir hikayeyi yeniden zihinlerimizde tazelemenin zamanıdır diye düşünüyorum. 28 Şubat’ın vicdanları yaralayan o acımasız günlerinde dünyada çok az örneği bulunan “İnanca saygı, düşünceye özgürlük için el ele” adıyla gerçekleştirilen eylemde insanların inanç özgürlüklerinin kazanılması için el ele tutuşularak kilometrelerce uzunluğunda bir insan zinciri oluşturulmuştu. İstanbul Cerrahpaşa tıp fakültesi önünden başlayıp Hopa’ya kadar uzanmıştı bu insan zinciri...
***
Bugün bazıları için hatırlanması pek hoş olmasa da, o günlerde yüreklerde yangın vardı, bütün Türkiye çapında milyonlarca insan el ele tutuşarak yollarda ‘adalet’ ve ‘özgürlük’ aramıştı. Bilindiği gibi 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) “irticayla mücadele” gerekçesiyle aldığı kararlardan biri de kamu kurumlarında başörtüsünün yasaklanmasıydı. Yasak elbette sadece öğrencileri mağdur etmedi. 1998-2002 arasında 5 bin başörtülü kadın işten çıkarıldı,10 bine yakını da istifa etmeye zorlandı.
Türkiye genelinde 900 kişinin gözaltına alındığı barışçı eyleme Türkiye’nin pek çok yerinde polis ve jandarma sert müdahalede bulunmuş ve özgürlük yoluna barikatlar kurmuştu. Van 100. Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dursun Odabaşı da eyleme destek verdi ve hemen görevinden alınmıştı. Milyonlarca insanın oluşturduğu bu ‘sevgi’ zinciri, bir protesto eylemi olmanın ötesinde insanların hala başkalarının özgürlüğü için sokaklara çıkabileceğini göstermişti. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit için bu eylem “devlete karşı başkaldırı” niteliği taşıyordu. Ve o günlerde Türk medyası tarihin en utanç verici manşetleriyle çıkıyordu: “Büyük tahrik”, “Türban çığrından çıktı”, “Şeriat pazarı....”
Eminim o gün bu manşetleri atanlar, bu utancı hayatları boyunca yüreklerinden hiçbir zaman atamayacaklardır.
Bugün otuz yıl sonra artık bu tür ayıpları konuşmuyoruz, Türk kızları ‘ikna odaları’gibi tarihin en utanç verici uygulamalarına muhatap olmadan özgürce okuyabiliyorlar, bu demokrasimiz adına çok önemli bir kazanım. Ancak bugün geldiğimiz noktada, insanlar sokaklarda yine ‘adalet’ için yürüyorlar. CHP’nin ‘adalet yürüyüşü’nde haklı mı yoksa haksız mı olduğu gibi bir tartışmanın içine girmek niyetinde değilim. Ama eğer insanlar adalet arayışı ile yürüyorlarsa, bunun önemsenmesi gerektiği kanaatindeyim.
Bir kere AK Parti iktidarında kimse özgürlüklerinin kısıtlandığı, adaletin terazisinin doğru tartmadığı gerekçesiyle yürümemeli. Çünkü bu parti cuntacılardan brifing alan yargısal zihniyete isyan ederek yola çıktı, üniversite kapılarında başörtülü kızlar için ‘ikna odaları’ kuran örümcek kafalı akademik yapıya son vermek üzere yeni bir siyasi anlayış başlattı.
***
Eğer insanlar gerçekten bugün de benzer duyguları yaşıyorlarsa bunun doğru olmadığını, AK Parti’nin bizzat demokratik değerlerin teminatı olduğunu açık yüreklilikle anlatabilmeliyiz. Bu dönemin bir tek istisnası olmalıdır, o da 15 Temmuz’da bu ülkeye ihanet eden FETÖ’cüler... Çünkü demokrasiyi yok etmek üzere yola çıkmış, insanları katletmiş ve parlamentoyu bile bombalamaktan çekinmemiş bir şebekeyi demokrasi ve özgürlükler bahsinde asla değerlendiremeyiz.
Yani AK Parti çıkıp, “Biz FETÖ’cüler dışında üniversitelerde hiçbir akademisyenin atılmasına rıza göstermeyiz ve yine FETÖ’cüler dışında hiçbir yazarın ve aydının fikirleri yüzünden mahkum olmasını istemeyiz” diyebilmelidir.
Daha yüzyıllardır birlikte yaşayacağımız bu topraklarda hem demokrasimizin kalitesini arttırmak, hem de birbirimizi anlayarak ve de yan yana yürüyebilmek açısından bu tür mesajlar hayati bir öneme sahip.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.