Kültürel ufkumuzu zenginleştiren şairler de olmasa...
Bir ülkede kültürel fukaralığın sonuçları maalesef şiir, roman, hikaye gibi edebiyat eserlerinin üretimini olumsuz etkilemektedir. Kuşkusuz kültürel ortamın elverişsizliği sadece bu alanlarda değil, müzikten mimariye, sinemadan görsel sanatlara kadar her türlü sanat üretiminin fakirleşmesini de beraberinde getirmektedir.
Ne yazık ki son yıllarda dünya ölçeğinde kalite ifade eden bir tek besteci ve müzik adamının adını yazabilecek durumda değiliz. Çünkü ne mevcut eğitim sistemimiz, ne de kültürel beslenme kaynaklarımız yeni sanat adamları yetiştirmeye elverişli değil. Aynı şekilde dünya çapında mimarlar, ressamlar ve heykeltraşlar da yetiştiremiyoruz.
Düşünün ki, Mimar Sinan gibi bir dehanın yetiştiği bu topraklarda yeni yapılan camilerimiz Sinan’ın eserlerinin taklidi olabilecek kadar bile bir sanat değeri ifade etmiyor. Şehir estetiğinin TOKİ vizyonuyla belirlendiği bir ülkede maalesef ancak gecekondu camiler yapılabiliyor.
Ayrıca, her gün televizyonlarında kalite düzeyi hayli düşük siyasi tartışmalar dışında hiçbir ciddi konunun tartışılmadığı bir ülkede kültür ve sanat adamlarına ne ihtiyaç var ki...
Oysa sanat başlı başına dünyayı, hayatı anlamlandırma ve dönüştürme eylemidir. Onda fikrin, tefekkürün ve aklın bütün çilesi vardır. Dolayısıyla sanatçı, ‘karşı bir dünyanın kurulması düşüncesi’ bağlamında bir yönüyle aynı zamanda ütopiktir.
Bu bakımdan sanatçı hayal ve gerçek arasındaki bağı kurarken, ütopyacı kimliği ile sanat eseri üretir. Yani her sanatsal ifadenin arkasında bir ütopik görüş saklıdır. Kandinsky’nin ifadesiyle “…dün ütopik olan bugün gerçek haline gelir.”
***
Her alanda derin bir seviye kaybının yaşandığı günümüzde, sayıları az da olsa iyi ki şairler, romancılar ve hikayeciler var. Onlar ürettikleri eserlerle bu çağa tanıklık ederken, aynı zamanda önemli fedakarlıklarda bulunuyorlar. Tolstoy bu fedakarlığın altını şu kelimelerle çiziyor: “Sanatçılar şunu hiç unutmamalıdır ki, sanat, bir fedakarlık abidesidir. Eğer siz fedakarlığa talip değilseniz, milyonlarca insanın ömrünü verdiği bu müesseseye katılmaya hakkınız yok demektir.”
Bu bağlamda, bugün bu köşede her anlamda fedakarlığa talip olan şiirin amentüsüne sadık has bir şairin yeni çıkan şiir kitabını zihinlerinize not etmenizi tavsiye etmek istiyorum.
Cevdet Karal’ın yeni çıkan şiir kitabı “Uzun Sürdü Hazırlığım” her ayrıntısı düşünülmüş bütünlüklü bir eser.
Şiirin kültürün oluşumu üzerindeki etkisinin giderek azaldığı bir dönemde, kendi ifadesiyle ‘kaybedilmiş kaleleri geri almak gibi bir sorumlulukla’ yola çıkmış, okuru efsunlayacak bir kolaycılığa kaçmadan zor bir işi başarmış Cevdet Karal.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, daha düne kadar ‘genç şair’ olarak gördüğümüz Cevdet Karal’ın yeni kitabı ‘olgunluk şiirleri’ tanımlamasını fazlasıyla hak ediyor.
Şairin şiirle ilişkisi, hem bir kuyumcu titizliği ile yürüttüğü imgesel düzlemdeki işçiliği, hem de vicdani ve ahlaki anlamda şiirsel duruşu o kadar halisane ki, bu tavır şiiri kirletici bütün unsurlara karşı adeta bir duvar oluşturuyor. Cevdet Karalkendisiyle yapılan bir söyleşide şiirsel duruşunu özetleyen çok önemli bir tespitte bulunuyor: “Bir şiirim üzerinde çalışıyorken uyandıracağı yankının hesabına düşmedim. Şiir bitene kadar, şiiri kirletici unsurlar olarak gördüm bunları. Eğer yüreğime, sizin söylediğiniz, benim de bulunuyor olmasını dilediğim gibi, Allah’ın koyduğu bir şey varsa, bu, şiirle saf bir ilişki içinde olma niyeti, çabasıdır. Allah’ın eli şairlerin ya göğsünün üstünde ya da yüreğindedir.”
Yalnız aşktır büyüttüğümüz
/Aynı Allahtır, kabullenelim
Gülü açtıranla solduran bir
Güneşe serinlik, üzüme dinçlik verir
Allah aşkın hizmetçisidir
Biraz ılık su eklenmiş
Çay bardağı, düşlediğimiz
Bir çift patik, kirlenmiş
Kitaplar ki yırtılmış sayfaları
Dünyaya ses ve koku inmiş
Yalnız aşktır büyüttüğümüz
O da söz dinlemez, o da küser
O da nazlanır yiyip içmez
O da çocuktur
O da tıpkı biz
Cevdet Karal
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.